Mesleki deformasyondur.
Mesleki deformasyondur. Mesela, gazetecilerde vardır, herhangi bir siyasi partiyi takip eden muhabir bir süre sonra parti liderine ve yönetim kadrosuna yakın olmaktan dolayı dünyaya o pencereden bakmaya başlar. Zaten bir kısmı daha sonra milletvekili olur. Polis muhabirleri neredeyse polisleşir. Ekonomi muhabirleri sanırsınız ki binlerce kişi çalıştıran holding patronlarıdır. Kendisi de bordrolu bir işçi olduğu halde hep patronlarla röportaj yapar. Eski zamanlarda var olan “sendika” muhabirlerinin artık görünmemesinin sebebi de budur. Adliye muhabirleri yarı hâkim yarı da evrak memurudur aynı zamanda. Magazinciler ise sanki 30 yıllık sosyete mensubu.
Sadece gazeteciler için değil. Her meslek ve neredeyse her insan için geçerlidir bu durum. Neye çok fazla kafa yorarsanız artık hep onu düşünmeye başlarsınız. İçselleştirirsiniz. Hani derler ya “Elinde çekiç olan bütün dünyayı çivi görür” diye.
Komplo teorileri de böyle böyle ürer, çoğalır. Çünkü bir konuya kafayı takan kişi, beklemediği bir gelişme olduğunda hep başka sebeplere yorar bu durumu. Sonrası çık içinden çıkabiliyorsan.
Ama inanın bizlerin dışında da koca bir dünya var. Ve hayat bizlere rağmen devam ediyor. Türkiye’nin gündemi belli. Ve bugünden kimi zaman sıcaklarla da birleşip daha da boğucu hale geliyor. Ben sıradan konuların tartışıldığı günleri özlüyorum.
Yıllar önce bir gün işe giderken fark ettim ki hüzünlüyüm. Halbuki hayatımda her şey yolunda görünüyor. Ama hüznü çözemiyorum. Sonra fark ettim ki üzüntüm kendimle ilgili değil. Memlekette yaşananlarla bağlantılı. Her gün iç karartıcı haberleri okuyup yazmak bir süre sonra sanki tüm hayat onlardan oluşuyor duygusuna kapılmama yol açıyor. Sanki hep terör var, hep ekonomik sıkıntı. Veya hep kapkaç oluyor. Hele cinayet adım başı. Ortalama sohbet konuları bir türlü ilgimi çekmiyor. İnsanlar boş konuşuyormuş gibi geliyor.
O yıllarda Kanada’da yaşayan bir yakınımı aradım. “Yahu” dedim, “Benim durumum bu. Sizde nasıl?” Yakınım biraz durdu ve “Valla” dedi, “Bizde bu aralar en büyük tartışma parklara koyulan bankların ne renk olacağı.”
İşte ben de bankların renginin tartışılacağı günlerin özlemi içindeyim. Biliyorum siz de öylesiniz. Herkes de bir uzaklaşma isteği. Kimi işinden, kimi çevresinden, kimi de ülkesinden uzaklaşmak istiyor. Belli ki tatilimiz geldi. Biraz dinlenmek iyi gelir.
MOTOSİKLETİN TAMPONU NERESİDİR?
Motosiklet eğitimi veren hoca ilk derste çoğunluğu genç kursiyerlerine sorar: “Motosikletin tamponu nerededir?”
Herkes bakar ki gerçekten motosiklette tampon yoktur. Hoca bu kez sağ elinin işaret parmağını alnına dayar ve konuşur: “Motosikletin tamponu alnınızdır. Kaza yaparsanız ölürsünüz.”
Önce değerli bir cerrah profesör, sonra bir CEO. Bir hafta içinde motosiklet üstünde hayatını kaybeden iki insan. Bunlar bildiklerimiz. Bilmediğimiz onlarca, yüzlerce var. Motosiklet maalesef tehlikeli bir alet. Sonuçta iki teker üzerinde duruyorsunuz. Buna bir de hız tutkusu ve diğer araçların dikkatsizliği eklenince ölümlü kazalar kaçınılmaz oluyor.
Tabii bir de motosiklet sürücülerinin abartılı kullanım sorunu var. Hem de ciddi bir oranda. Çünkü trafikte sakin sakin giderken bir anda bir gürültüye boğuluyorsunuz. Ve sonra nereden geldiği belli olmayan bir motosiklet sağınızda, solunuzda veya önünüzde beliriveriyor.
Sıkışık trafikte daha da beter. Sürekli araç aralarına giren sürücüler trafik güvenliğini yok ediyor.