Daha önce "Avrupa Birliği, Orta Doğu ile sınır olamaz" diyen Haçlılar Kulübü, sınır tanımayan koronovirüs karşısında "insan" kavramını hatırladı.
Yetmiyor… Bâzılarına iyilik yapmak, işini iyi yapmak, vatandaşa hizmet etmek yetmiyor.
Beğenmiyorlar… Bâzıları Avrupa’da olmayan hastaneleri, yoğun bakım ünitelerini beğenmiyorlar. Lâzım olmadan önce, “ya hasta olmazsa” deyip eleştirdikleri hastâneleri şimdi de yetersiz buluyorlar.
Utanmıyorlar… Avrupa çâresiz kalırken; İtalya ve İspanya virüse karşı havlu atarken; İngiltere 500 bin ölümü göze alırken; Almanya çâresizliğini ilân ederken Türkiye Cumhuriyeti devletinin aldığı önlemlere laf söylemeye utanmıyorlar. Sağlık Bakanımız Dr. Fahrettin Koca başta olmak üzere tüm Sağlık Bakanlığı personeli canla başla çalışıp, hayatlarını tehlikeye atarak mesai yaparken “Devlet yalan söylüyor” demekten utanmıyorlar.
Bu nasıl bir kendi kendini tatmin seviyesizliğidir ki, en büyük zevki kendi insanının hastalanması ve devleti âciz göstererek yaşıyorlar.
Koronovirüsün Türkiye’ye gelme sebebini İstanbul Havaalanı’nın yapılmasına bağlayacak kadar kirlenmiş beyinlerini acaba nasıl taşıyorlar.
Bu kadar pisliğin ve kirli düşüncenin beyinde tutulması imkânsız. Bağırsaklar bile bu kadar zararlı düşünceyi barındıramaz. O yüzden olacak ki, konuşurken ishâl olduklarını gösteriyorlar.
Her hangi bir canlının vücûdunun bulunması, barınması, taşınması mümkün olmayan bu kadar pis fikirlere sâhip olanlar, bundan kendileri zarar görmemek için kendi aralarında paylaştıkları bir uyuşturucu ilaç kullanıyor olmalıdır.
Koronavirüs, Türkiye’de görülene kadar hiç ses etmeyenler, ilk vaka ile birlikte yuvaları bozulan çiyan yavruları gibi, medyanın dört bir yanına yayıldılar. Askerî operasyonda Millî Savunma Bakanı’na değil, askerî lojmanın yanından geçen seyyar satıcının söylediklerine inananlar, şimdi de, Sağlık Bakanı’nın açıklamalarına değil, “Bir tandığım hemşire” diye başlayan ses kayıtlarına inanarak ve bunları paylaşarak kendi kendilerini tatmin ediyor ve fikir ishali olduklarını gösteriyorlar.
Tüm dünya tuvalet temizliği ve teharet bilgisi konusunda seferberlik ilân etmişken, Türkiye’deki “sosyal virüsler”, beyinlerini temizlememek konusundaki inatçılıkta katırlara ders veriyorlar.
Avrupa kirlenince
Dünyada milyonlarca insan on yıllardır zulüm görürken, Filistinliler açık hava kamplarında “siyasal karantina” altındayken, Çin milyonlarca Türkü soykırıma uğratırken, Bosna-Hersek’te hâlâ toplu mezarlar çıkarken, Ege ve Akdeniz göçmen mezarlığı hâline gelirken, Avrupa’daki efendileriyle “Noel” kutlayanlar, efendilerinin keyfi yerindeyken kendi pislikleriyle oynayıp rahatlarını bozmuyordu.
Ne zaman ki, Avrupa’nın kalbi ve Hristiyanlığın can damarı İtalya ve Vatikan’ın keyfi bozuldu, o zaman bizdeki satılmış kafalar, hemen beyin islahi oldular. Satılmak için para almak bir yana, üstüne para veren bu “ucuz muhipler”, koronovirüsten daha tehlikeli olduklarını bir daha gösterdiler.
“Bu ülkede yaşanmaz” deyip gitmeyi düşündükleri Avrupa, kendi derdine düşüp bu ucuz muhiplerin Avrupalı olmadığını hatırlayınca kapılar kapandı.
Daha önce “Avrupa Birliği, Orta Doğu ile sınır olamaz” diyen Haçlılar Kulübü, sınır tanımayan koronovirüs karşısında “insan” kavramını hatırladı.
Kendi insanına bile “çok yaşlı” deyip bakmayan ve ölüme terk eden Avrupa’nın hangi medeniyetine hayran olduğu belli olmayan bizdeki beyin ishalli zevat, evde otururken de uyduruk ses kayıtları üretmekten geri durmuyor.
Bu ülkeye âidiyet hissetmiyorlar
Avrupa ülkelerinden daha kötü durumda olmadığımıza üzülüyorlar, çünkü kendilerini Avrupa ülkelerinden daha üstün bir mücadele veren bu ülkeye âit hissetmiyorlar. Kendilerini bu ülkeden gitme konusunda rasyonel şekilde ikna etmek için, bu ülkeyi kendi pislik dolu beyinleri gibi görmek ve göstermek istiyorlar.
Terk edip gittikleri ülkelerine geri dönmek için Cumhurbaşkanı’na yalvaranlar, iki yıl önce aynı Cumhurbaşkanı’na küfrettiklerini unuttular, çünkü beyinleri pislik ile fazlasıyla dolu olduğunu için, bunu hatırlayacak hafızaları yok.
Bu ülkeye hizmet etme gibi bir alışkanlıkları ve hizmet kültürleri olmadığı için, böyle olağanüstü durumlarda kenara çekilenler, “tâtile gitmek” şansları ellerinden alındığı için nefretleri kontrol etmede zorlanabilirler.
Bu yaz çıkacakları Avrupa tâtilini şimdiden iptal ettikleri için, “Batılılaşma” süreçlerindeki “aşılanma” programları kesintiye uğrayacağı için üzülebilirler. Ama o çok sevdikleri Kraliçe bile ortada yokken, onların yokluğunu kimse hissetmeyecektir.
Kübacılar
Bunların bir de “Kübacı” cinsi var. Komünist yönetim sebebiyle Üçüncü Dünya Ülkesi hâline gelen Küba, koronavirüs hastalarına kapılarını açtığı için bizdeki bazı “tatlı su komünistleri” birden Kübacı oldular. Ama Türkiye’deki sağlık hizmetlerinin kalitesini, hızını, sağlık çalışanlarının fedâkarlığını görmemek için, gözlerini ağızlarından çıkan pislikle sıvamayı tercih ediyorlar.
Almanyacılar
Gazetecilik kılıfıyla vatan hâinliği yapıp Türkiye’den kaçınca, kucağına oturdukları Almanya’ya belli aralıklarla “yalakalık vergisi” ödemek zorunda olanlar, Merkel ile Erdoğan’ı kıyaslıyorlar. Merkel’in Türkçe altyazılı mesajlarına methiyeler düzüp Erdoğan’ın sessiz kalmasına çamur atıyorlar. İşin kötüsü, bunu yaparak yalakalık çıtasını çok yükseltiyorlar. Merkel ve Almanya buna alışırsa, daha fazlasını ister.
Keşke pislik saçan ağızlarını biraz temizleyip, onları her zaman affedecek kadar yüce gönüllü insanların kalbini kazanmayı akıl etseler.
Muhalefetin “Erdoğan sensörü”
Güvenlik amacıyla konulan sensörler genellikle harekete duyarlıdır. Bu sensörler, bir hareket olduğunda devreye girer ve alarm çalar veya ışıklar yanar. Bâzı sensörler de sese duyarlıdır; bir ses algıladıklarında alarmla ya da ışıkla karşılık verirler. Bizdeki muhalefet de “Erdoğan sensörü” gibi çalışıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, koronavirüs ile ilgili bir şey söylemediğinde muhalefetten hiçbir şey çıkmıyordu. Sağlık Bakanımız Dr. Fahrettin Koca, işin ustası olduğunu gösterip meseleye bilimsel ve tıbbî açıdan hâkim olunca, muhalefet bile takdir etti. Ama ne zaman ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan, koronavirüs tedbirleriyle ilgili ekonomik önlemleri açıkladı, muhalefet birden alarma geçti. Hem Erdoğan’ı “tek adam” olmakla itham edip, hem de Erdoğan susunca susmak, konuşunca cevap vermek tam bir “Erdoğan sensörü” örneğidir. Böyle bir akıl tutulması, Türkiye’de muhalefetin zayıf olduğunu değil, Türkiye’de siyâsî bir muhalefet olmadığını bir daha göstermiştir. Türkiye’deki muhalefet tam bir plânsızlık, icraatsızlık ve vizyonsuzluk içindedir. Erdoğan’ı önce yaptığı şeyleri “neden yapılıyor”, sonra da “yeterli yapılmıyor” şeklinde eleştirmek muhalefet yapmak değil, bu ülkeye yük olmaktır.