Son yıllarda yaşadıklarımızdan sonra ülkemizin etkilendiği en önemli olaylardan biri, turizmde yaşadığımız kayıplardı
Son yıllarda yaşadıklarımızdan sonra ülkemizin etkilendiği en önemli olaylardan biri, turizmde yaşadığımız kayıplardı. Hem terör olaylarının yarattığı olumsuzluklar, hem de geçtiğimiz yıl 15 Temmuz’da FETÖ’cülerin yaşattığı “darbe kalkışması”, ülkemizin en önemli kaynaklarından olan turizm gelirlerini oldukça fazla etkiledi. Yabancı turist sayısında, hemen hemen yarısına yakın oranlarda kayıplara neden oldu. Bazı aylarda yerli turist sayısında münferit olarak artışlar, özellikle bazı bölgelerimizde oldukça hareketlilik sağladı. Özellikle on güne çıkarılan Kurban Bayramı tatili, Ege ve güneydeki turistik tesislerimizin yüzünü güldürdü.
Uzunca bir süreden beri, keyfince bir tatil yapamayan ben, bayram tatilinin bitiminden sonra Ege’de neler oluyoru görebilmek için çizdiğimiz güzergahta, bazen günübirlik, bazen de birer, ikişer gece konaklayarak Ege’nin durumunu yakından gözlemlemek üzere, geçtiğimiz çarşamba sabahı, özel otomobilimizle yollara düştük.
İlk hedefimiz, daha hiç kullanmadan parasını peşin peşin ödediğimiz şu namı değer Osmangazi Köprüsü’nden geçelim ve Bandırma üzerinden Küçükkuyu’ya doğru yola çıkalım dedik.
O heybetli görünen, çevre yollarıyla birlikte yüksek geçiş ücretiyle dudak uçuklatan Osmangazi Köprüsü, heybetine rağmen üzerinden geçen tek tük araçlardan dolayı oldukça yalnızlık çeken bir görüntüdeydi ve çok ama çok sakindi.
Köprü çıkışından ta Bandırma üzerinden geçen paralı otoyoldan kendimizi yalnız hissedecek kadar sükunetle, Edremit yoluna doğru süzülmeye başladık. On günlük Bayram tatili süresince tıka basa dolu görünen yol, neredeyse tamamen boş denecek kadar tenha idi. Edremit üzerinden Küçükkuyu’ya varmak için planladığımız süreden çok daha önce vardık ilk dinlenme durağımıza.
Küçükkuyu, geçmiş yıllarda bizim yıllarca gittiğimiz bir tatil yöresiydi. Küçükkuyu’ya giderken yol üzerinde, yıllar öncesinin İstanbullular için en popüler tatil yörelerinden biri olan Altınoluk’tan geçerken büyük üzüntü duydum. O güzelim Altınoluk, bir tatil yöresi olmaktan çıkmış, adeta binalarının birbirinin üzerine çullanmış görüntüsü ile bir beton yığınına dönmüş. Sahilden dağın yamaçlarına kadar villalar ve daha çok, katlı binalarıyla tamamen dolmuş durumdaydı. Efsane turistik beldemizi ne hallere getirmişiz, yazık olmuş.
Küçükkuyu’da, turistik yörelerimizi hor kullanma vefasızlığından fazlasıyla nasibini almış ama daha çekecek eziyeti var gibiydi. Küçükküyu’da bir gece konakladıktan sonra, bu kez hedefimiz, Ege’nin efsane turistik bölgelerinden Ayvalık idi.
Ayvalık’a giderken, yolda biri iki yerde mola verdik, dinlendik ve öğlenden sonra Ayvalık’a vasıl olduk. Ayvalık bildiğimiz Ayvalık’tı. Ama aslolan Ayvalık’ın, hem astronomik fiyatlarıyla balık restoranlarını, hem de meyhane tadındaki o dillere destan müzikli eğlence yerleriyle Cunda Adası’nı ve orada yenecek balığın lezzetini tatmadan ve efsane gibi dilden dile dolaşan Şeytan Sofrası Tepesi’ndeki “Şeytanın Ayak İzi”ni göremeden ve oradan ‘Gün Batımı’nı izlemeden Ayvalık’tan ayrılmak olmazdı.
Kendimize gece kalacak yeri ayarladık. Önce biraz dolaştıktan sonra, tepeye tırmanış sırasında bozuk yollarda, yol kenarı çukurları arasında slalom yaparak ve tüm zorlukları aşarak arabamızı bir yerde park ettikten sonra, Şeytan Sofrası Tepesi’ndeki o muhteşem “Gün Batımı’nı izledik, yoğun kalabalık arasında fotoğraflamaya çalıştık. Geri döndük ve gece Cunda macerasını yaşamaya ilk adımımızı attık.
Gece Ayvalık’tan Cunda Adası’na gidebilmek için, ilk boğaz köprüsü diye adlandırılan köprüden geçtikten sonra, karanlık ve gizemli yolunun sonundaki Cunda Efsanesi’ne kendimizi bırakıverdik. Söylendiği kadar renkli, cıvıl cıvıl ve de oldukça kalabalık bir ortamın keyfini çıkarmak için kendimize, hareketli görüntüsünden etkilendiğimiz bir balık restoranı seçtik, masamıza kurulduk.
Bugün bize ayrılan yer bitti. Devamı yarınki yazımızda.