Avrupa'da bir mahkeme işe geliş gidiş süresinin de çalışma saati sayılması yolunda bir karar aldı geçenlerde.
Avrupa’da bir mahkeme işe geliş gidiş süresinin de çalışma saati sayılması yolunda bir karar aldı geçenlerde. Bu İstanbul’da olsa, iş yerlerinde sadece 4 saat çalışılır ekonomi batar.
Yollar yetmiyor, yeşil alanlar hiç yetmiyor. İstediğin kadar para harca, böylesi bir betonlaşmaya yetecek alt yapıyı kurmak imkansız.
Devleti yönetenler de bunun farkında. Sürekli daha yüksek binalar yapmak hiç birşeye çözüm değil. Sadece sorunu büyütüyor.
Peki neden herkes şikayet ettiği halde bu durum artarak devam ediyor.
Herhalde genlerimiz ‘bir ev sahibi’ olmaya programlı. Zorlama bir yorumla, atalarımız göçebe olduğu için bir yere bağlanmak istiyoruz. Üzerine muhacir olmak zorunda kalan imparatorluğun kılıç artığı bir toplumu koyarsanız bu sonuç ortaya çıkıyor. Sadece bu da değil. Rant, yani durduğun yerde para kazanma arzusu gözlerimizi karartmış. Müteahhidinden, konut sahibine kadar.
Hadi müteahhidi anlarım para kazanıyor. Ama ev alıp, değerinin arttığına sevinmeyi anlamıyorum. Çünkü evi sattığında yerine benzer bir evi koyamıyorsan evin değeri artsa ne olur, artmasa ne olur.
Türkiye’de ev sahibi olma oranı yüzde 70. Diğer yüzde 30 ise kiracı. Bu da bir anlamda yüzde 35’imizin iki ev sahibi olduğunu gösteriyor ki, kiraya verilenler olabilsin.
Bu paraların betona değil, sanayiye gitmesi gerekiyor. 300 bin ev satıldı, 500 bin ev satıldı haberlerini okuyunca kalbim seviniyor, beynim üzülüyor. Seviniyorum çünkü her bir ev, bir ailenin mutluluğu demek. Üzülüyorum çünkü uzun vadeli kredi ile satılan her bir ev, o ailenin 10 yıl boyunca neredeyse başka hiç birşey alamaması demek. Ev taksini ödemekten başka para kalmayınca, mutfak masrafı, giyim-kuşam ve tatilden kısılması anlamına geliyor. İşte bu yüzden de üzülüyorum.
İnşaat sektörü önemli tamam. Ama ekonomi sadece bir tek sektörden oluşmaz ki. Diğer esnafın da kazanması lazım.
Sonra, Başbakan Sayın Binali Yıldırım’ın da uyardığı bir başka tehlike var. “Artık kendi ellerimizle şehirlerimizi mahvediyoruz.” Herşey daha yükseğe çıkıyor. Binaların boyu büyüyüp dışları cam yapılınca sokakların boyu büyümüyor ki. Evden çıkınca yine aynı sokaklarda araba sürmek, yürümek zorunda kalıyoruz.
Şimdi diyeceksiniz ki, peki bu “Bin lira taksitle ev” başlığı ne oluyor? Valla yazı ile bir bağlantısı yok. Sadece ilgi çeksin diye yazdım. Belki siz de kendinizi denemiş olursunuz. Başlığı görüp, “Kim satıyormuş?” diye sabırla okuyup bu satıra geldiğinizde...
CHP, Züğürt Ağa oldu
Züğürt Ağa filmini bilirsiniz. Nesli Çölgeçen’in yönetmenliğini yaptığı Şener Şen’in başrolü oynadığı müthiş film. Orada bir sahne vardır. Seçimlerde Züğürt Ağa’nın köyünden, Ağa’nın desteklediği partiye sadece bir oy çıkmıştır. Kahyası ve yardakçısı yemin ederler kendilerin oyu olduğu konusunda.
Ağa sinirlenir ve yakalarına yapışır. Bir yandan da bağır: “Ulan o bir oy sizinse benim oyum nereye getti” diye.
İşte CHP maalesef Züğürt Ağa’ya dönmüş. Parti, 1 Kasım seçimlerinde sıfır oy çıkan sandıkları üye listeleri ile karşılaştırmış. Bir de bakmışki o sandıklarda tam 3 bin 986 kayıtlı üyeleri oy kullanmış görünüyor.
Bu üyeler ya oy vermemiş ya da CHP üyesi oldukları halde kendi partilerini tercih etmemiş. Her iki halde de parti için kötü bir durum. Şimdi bu üyeleri çıkartacaklarmış. Savunma için de 15 gün süre verilmiş. Şimdi ben bu üyelerin neler diyeceğini çok merak ediyorum doğrusu.
Kim danışıyor bu yaşam koçlarına?
Bir sürü insan meslek hanesine ‘yaşam koçu’ yazdırıyor. Yani kişisel danışman. Ne yapıyor bu insanlar? (Gerçi kendileri daha afilli anlatırlar ama) Senin hayatını düzenliyorlar. Giyiminden kuşamına, nasıl düşüneceğinden, nasıl gezeceğine kadar. Bir sürü yaşam koçu tanıdım, izledim. Ama bir tek ama bir tek, bu yaşam koçlarına danışan kimse görmedim. Ya utanıyorlar, yaşam koçu ile çalışmaktan ya da böyle hiç kimse yok. Bana sanki, en karlı iş yaşam koçu eğitmek gibi geliyor. Açacaksın kursu, vereceksin kıytırık bir sertifika, basacaksın paraları. Sonra, sonrası salacaksın ortalığa “Ben yaşam koçuyum” diyenleri.