Lügatlarda, "gizli hazine, saklı define" anlamına gelen "kenz-i mahfî" meselesini Muhyiddin İbnü'l-Arabî "her tür izafet ve nispetlerden mücerret kadim ve ezelî olan Hakk'ın zatı" olarak ifade etmişler.
“Kendine cahilce kötülük edenden başka kim İbrahim’in getirdiği dini reddeder? Oysa biz, gerçekten onu dünyada seçkin kıldık; şüphesiz ki o, ahirette de iyiler arasında yer alacaktır.” Bakara, 130
Lügatlarda, “gizli hazine, saklı define” anlamına gelen “kenz-i mahfî” meselesini Muhyiddin İbnü’l-Arabî “her tür izafet ve nispetlerden mücerret kadim ve ezelî olan Hakk’ın zatı” olarak ifade etmişler. Gayp-sır âleminde gizli bulunan, vahdet sırrının sırrı, gizli olanların en gizlisi olan âlemlerin Rabbinin bizatihi kendisidir. Bilinme isteğinin bilme aşkıyla birleşmesidir. Tam manasıyla bunu idrakten beşer azadedir. Gayret, azda olsa sırrın keşfini sağlar. Bu sırra yol her daim açıktır. Gayret edenin gayretteki çabası ve samimiyeti sır kapısında “Sırrullahın” izni ve keremi kadar nasiplenir denilebilir. Bu bize tam bir teslimiyetle, sıddıkiyet makamındaki teslimiyet gibi bir teslimiyet içerisinde olunmak icap eder. Feridüddin Attâr’ın, “Hak hazine, bütün kâinat tılsımdır” ifadesini de doğru kavramak gerekiyor. “Ben gizli bir hazineydim” ifadesini İbn-i Haldun, âlemin yaratılışına işarettir diye yorumlar.
İnsan da bilinmek ve tanınmak ister. İnsanın kendisini gösterme, beğendirme, fark edilme isteği hamurunda var. Her insan böyle bir vasfı içinde barındırır. Zaman içerisinde bunun törpülendiği, terbiye edildiği daha özgür hale dönüştüğü de bilinir. Yaşadığımız hayat bunları bize her zaman göstermektedir. Her an kendimizi göstermek isteriz. Nefsin istek ve talebi görünme hevesinde olduğundandır. Bu talepte gösteriş, riya, gurur gibi haller gizli olarak özde durmaktadır. Derinlerimizden gün ışığına çıkarmak için uğraştığımız özgürlük düşüncesi, bilinme ve fark edilmeyi de içinde saklı tutar ki, güven duyduğumuz, kendimizden bir parça gördüğümüz göz gibi, el gibi, gönül gibi sırdaşlarımıza yoldaşlarımıza kimi zaman fısıltıyla kimi zamansa gök gürültüsünce haykırdığımız olur. Açık ve gizli gururdan, kibirden ve gösterişten sıklıkla tövbe etmek hasbi kulların işidir. Müminlerin sürekli zikir ve tövbe halleri bundandır. Allah cc. kâinat var olmadan evvel ne kadar gizli ise var olduktan sonra da o kadar gizli olduğu aşikârdır. Böyle kavramak icap eder. “Ben gizli bir hazineydim” ifadesini “ben gizli bir hazineyim” anlamında kavramak imanımızı tekâmülleştirir. İbni Sina şöyle söylüyor; “İnsan kendini bilirse insan olur. Kendini bilen bilgiyi bilir. Kendini bilen edep ve hayâ sahibidir. Kendini bilenleri kendini bilmezler asla çekemezler. Kendini bilmezler kıskanç olur ve dedikoduyu severler. Kendini bilenler kıskançlık ve dedikodudan etkilenmezler.
Kendinin ne olduğunu bilen insan, bazı kendini bilmezlerin, onun hakkında söylediklerinden etkilenmez.”
Yoldaşların hazırlıkları, ziyadesiyle bireyin arzularından öte bir cemiyetin, bir ülkenin ve bir medeniyetin muştularını derlemekten ve dağıtmaktan ibarettir. Ülkemizde insan manzaraları rengârenk, benek benek mevsimlere benziyor. Baharı yaza bırakarak, sonbaharı kışa çevirerek ilerliyoruz. Okumalarımız bütün dönemleri kapsar. Öyle de olmalıdır ki geçmişin kazançlarıyla beslenelim, kayıplarından yeniden doğalım. Öğrendiklerimiz zaman zaman kahredici olsa da ışık tutuyor yenidünya çocuklarına, ülkemin geleceğine. “Ben gizli bir hazineydim” ifadesini aslında “Ben gizli bir hazineyim” şeklinde anlamak icap eder. İbn-i Haldun, “Ben gizli bir hazineydim” ifadesini âlemin yaratılışına götürdüğünü söyler.
Elbette Farabi’yi okumalıyım. İbni Miskeveyh’i, İbni Sina’yı, İmamı Gazali’yi, Muhyiddin-i Arabi’yi, İmamı Azam Ebu Hanife’yi, İbni Haldun’u okumalıyım. Felsefe ve mantık hafızamı zorlasa da düşüncenin gelişmesini sağlıyor. Felsefeye sırt dönmek, düşünceye sırt çevirmek gibi bir cümle kurulsa doğru tanımlama gibi gözükse de nefsin arafta kalma ihtimalini de içinde taşıdığı unutulmamalıdır. Büyük İslam coğrafyasında yüzyıllar boyu, ilim ve irfan sahipleri tefekkürü önemli bulmuşlardır. İmam- Gazali felsefecileri eleştirirken Kuran ve sünnet merkezli bir tefekkürü ortaya koymuştur. İlmi Kelam ve Fıkıh eserlerinin doğması, âlimlerin inkişaf etmeleri, ilimlerin dallarının boy verip gelişmesi bu müzakerelerdendir.
Ağır ve kanlı, acı ve yıpratıcı meteorlar, neden ve niçinden öte anlamlarla çabalarımızı artırmaya sebep oluyor, olmalıdır dahası. Yerinden yurdundan sürgün edilen coğrafya bizim coğrafyamızdır. Bunun elbette hazmedilecek yanı yoktur. Lakin bizler buna sebep olduğumuz için, inkişaflar yapamadığımızdan, kalkınma hamlelerini gerçekleştiremediğimizden, ekonomik olarak özgür olamadığımızdan, maddenin boyunduruğu altında inlediğimizden, yoksulluğumuzdan, yerli kalamadığımızdan, yerli düşünemediğimizden, boş vermişliğimizden, çalışma azmimizin zaafa uğramasından tutunda bir dizi, eksiklikleri, hataları, kusurları, ihmalleri bilmeli, görmeli ve derlenip toparlanarak yeniden kıyam haline gelmeliyiz. Büyük coğrafyanın acısı da, sevinci de büyük. İdealleri de öyle. Üstün tutulan her kadim kavrayış gibi, geçmişe sırt dönme yerine, kendimizi var kılma eylemlerinin özgürlükçü coşkusu, bütüncül arayışlarla, kavrayışlarla evrensel üne kavuşuyor. Doğrunun tarafındaki var oluşun sayısal bir önemi yoktur. Düşünce ustalarının ürettikleri bilinç ve erdemli düşünce hayatta yer bulmadıkça anlamlı olmaz. Hayatı anlamlı hale getirme çabamız, kendi bilincimizi kökleştirmekten ibarettir. Öyle olunca ebediyen var olunur. “Kendini bilen Rabbini bilir.”
Kendi iklimimiz, kendi becerilerimiz ve kendi köklerimiz yenilenmeli, tazelenmeli, dirilmenin arifesinde olduğumuz bilinmelidir. Üstün inanç, köklü düşünceden beslenir. Ya da kökleri derinlerde olan inanç sahiplerinin çelişkisiz kişiliklerle yürümesi er geç gün yüzüne kavuşur. Geçmişin yol haritasında gökteki yıldızlara benzeyen yeryüzü yıldızlarının yürüyüşü ve kavgası asla bitmez. Buna sebeptir ki ülkemizdeki kalkınma hamleleri, dünyanın çatırtıları arasında savunma sanayindeki bağımsızlık mücadelemiz, ekonomide, ilim ve irfanda, teknolojide, yakaladığı atılımlarda, yeraltı yerüstü zenginliklerini ortaya çıkarmada, dünya mazlumlarının umudu-hamisi olmasında gayretlerimiz sürüyor. Umuyoruz ki eğitimde ve kültürde de aynı gayretle zincirleri kırmaya devam ederiz. Kendi ülkemizin ürettikleri dünyada üretilenlerin en kıymetlisidir. Kendi uçağını, kendi arabasını yapan, kendi kalkınmasını gerçekleştiren bir Türkiye mazlumların umududur.
Üstün tutulan düşünce fedakârlık ister. Yol yürünürken rastlanılan engeller, kimi dostları aramızdan alsa da, var oluşa enerji olur. Sanatkârlar, yazarlar, politikacılar, gazeteciler dahası genç yiğitlerin yıldız yıldız parlayan ışıkları, insanlık boyunca var olmuş, aydınlatmış ve çoğalmıştır. Yolları sanatçılar, edebiyatçılar, şairler aydınlatır ve medeniyeti onlar inşa eder. Farklılıklardan korkmadan yürüyüş, asalet kazanır. Bezirgânlar, çarşılarda, pazarlarda ne yaparsa yapsın, güneş doğunca karanlık gücünü kaybeder. Karanlıklardan aydınlığa yürüyüş, inançla, idealle gerçekleşir. Kuran ve sünnet her zaman yolumuzu aydınlatır. Kuran ve sünnet merkezli yolculuk iki cihanda bizleri mesrur eder.
Din, insanlığın var oluşuyla birlikte anlam kazanıyor. İnsanlar, topluluklar olduğu için din var, ideolojiler var, tasavvurlar var. Temsilcilerin sahte yüzleri her dönemde, her asırda var olmuşsa da gerçek sözcüler, yiğit savaşçılar barışın güvercinini her daim korumuşlardır. Zeytin dalında anlamını bulan özgür irade bireyden ziyade topluluğun huzurudur. Zeytin dalı vermek, barış temenni etmek elbette ki insanlığın hayrınadır. Lakin barışı hak etmek icap eder. Barışı hak etmeden, haksızlıkları bertaraf etmeden, zulme dur demeden, isyanları bastırmadan, terörün önü alınmadan, insanlık huzur bulmaz, bulamaz. Öncelikle barışı hak etmek icap eder. Barış, insanlığın özgürce yaşayabilme, yerinde, yurdunda istediği gibi davranabilme, oturup kalkabilme, eğitebilme, örenebilme, giyinebilme, alıp satabilme, çarşıda, pazarda, yalnızlıkta ve kalabalıklarda endişesiz davranabilmenin adıdır. Kalabalıkların endişesiz, kardeşçe, birlik ruhu içinde bulunabilmeleri, selamlaşabilmeleri, yardımlaşabilmeleridir.
Ağır ve sisli, akıldışı prangalar, zulüm sahiplerinin her zaman malzemeleridir. Hayatta var olan bütün insanların kaybolup gittiğini söyleriz. Pek azının kaybolmayan yol göstericiliği onları kıymetlendiriyor. Herkes kendi ışığını çoğaltmalıdır. Kalıcı olabilmek için sağlam bir ipe bağlı olmak gereklidir. Sağlam ip Kuran ve sünnettir, ayetler ve hadislerdir.
Ben kendi ışığımı, sen kendi ışığını, hepimiz kendi ışığımızı çoğaltmalıyız. Sevgi böyle güçleniyor, bağlılık böyle artıyor.
Bütün bunlardan sonra bilinme isteği, doğal seyir içinde sürüp gelişecektir. Yaratılış sırrına nasibin kadar ulaşacaksın lakin çalışmak, emek vermek, alın teri dökmek senin işindir. Hak edilmelidir ki insanlık o hakkı teslim etsin. Hak etmediğiniz hiçbir şey, hiçbir eşya, hiçbir bilgi fayda sağlamaz. Hayatı hak ederek yaşamalı, hayata hak ettiğinden fazlasını vermemelidir. Değerin değer olduğu, ancak değeri bilenlerce keşfedilir. Kişi öncelikle kendisini keşfetmeli ki değerini keşfetmiş olsun. İnsanın yaratılışındaki değerin sürüp gitmesi için asaletine uygun davranması ve asil bir hayat yaşaması gerekir.
Kendini bilene yol aydınlıktır. Bilmek, kişiye ilmin ve irfanın kapılarını açar. Davranışlarımızı şekillendirerek usule uygun hale çevirir. Usul bilmek, insanı disipline eder. Söz söylemek kolaydır, lakin sözün usule uygun kullanılması icap eder. Ne olduğunuzu, kim olduğunuzu bilirseniz sözlerinizin de, eylemlerinizin de usule uygun olduğunu görürsünüz. Kendini idrak etmeyen-bilmeyen ne söylediğinin de farkında değildir vesselam.