Şu anda güzel sanatlarda yaşanan kıtlığın, üretimsizliğin ve boşluğun sebebi, bu korunma refleksidir.
Bu yazıda anlatmak istediğim şeyleri İbn Sîna tek cümleyle şöyle anlatmış: “İlim ve sanat itibar görmediği beldeyi terk eder.” Bu sözün üstüne söylenecek pek bir şey olmasa da, sözün ilham ettiği derin yorumlar da bulunmaktadır.
Mimarîden müziği, edebiyattan tiyatroya, sinemadan resime kadar güzel sanatların her dalında bir boşluk yaşanıyor. Bu boşluğun sebebi, güzel sanatların yok oluşudur. Ancak hemen belirtmeliyim ki, bu yokluk, bitiş ve nesli tükenme gibi bir şey değildir. Bu yokluğun tam karşılığı ortalıkta gözükmeyiş ve meydandan çekilmedir. Bir malın piyasada bulunmayışına da benzetebiliriz. Ama bu bulunmayış, genellikle mala olan talep sebebiyle ve arz dengesinin sağlanamamasından olur. Sanat söz konusu olduğu ise tam tersi geçerlidir. Sanat, alıcısı ve talep edeni olmadığı için ortalıkta gözükmüyor. Tasavvufî ifâde ile, sanat kendini sırlamış durumdadır. Üstünü örtmüş ve gizlenmektedir.
Elbette bu durumun birçok sebebi vardır. Ancak bu sebepler, ülkeden ülkeye ve kültürden kültürü değişeceği için, tek tek saymak mümkün değildir. Bu imkânsızlığın üstesinden, genel bir sebebe dayanarak gelinebilir. Bu genel sebebi, şartların sanatın güzelliğine yâni inceliğine, nârinliğine ve kırılganlığına uygun olmaması ve güzel sanatların kendilerini koruyama almalarıdır. Güzel sanatlar yok olmamıştır; onların yaratmanın özünden gelen kendilerini koruma özellikleri vardır. Tıpkı bir savaş sırasında bombardımana karşı koyulamayacağı için, insanların sığınaklara çekilip ortadan kaybolmaları gibi bir durumdan bahsediyorum.
Şu anda güzel sanatlarda yaşanan kıtlığın, üretimsizliğin ve boşluğun sebebi, bu korunma refleksidir. Kaplumbağanın kabuğuna çekilmesi, bâzı hayvanların kış uykusuna yatması, bâzı hayvanların da göç etmesine benzetilebilir. Hiç biri fiziken yok olmamıştır; sâdece kendilerini şartlara uygun hâle getirmiş ve varlıklarını garanti altına alma yoluna gitmişlerdir.
Sanat kendini nasıl korur?
Modernliğin ve post modernliğin oluşturduğu sosyal ve kültürel iklim, sanatın da varlığını tehdit etmektedir. Sanatın var olması ve canlılığını devam ettirmesi için gerekli olan süreklilik ve koruyuculuk (konservatuar), günümüz şartlarının saldırısına ve taarruzuna karşı koyamamaktadır. Saldırganın tarzıyla karşı taarruza geçmek de mümkün değildir, çünkü sanatın yapısında bu yoktur. Bilenlerin aklına Sultan III. Selim’in kendini elindeki ney ile savunmaya çalışması gelebilir.
Sanat hem var olurken, hem de kendini savunurken kendi yapısı içinde bunu yapar. Bir mimârî eser veya bir müzik ekolü, kendini siyâset veya ekonomi ya da magazin üzerinden savunamaz. Bu savunma şekli olsa olsa zanaat için mümkündür. Sanat, kendini ticârî meta hâline getirme yolunu tercih ettiğinde de, zarar göreceği için, sanat ve zanaat arasındaki denge çok hassastır.
Dün var olan bugün silinip gidiyorsa ve yarın neyin geleceği konusunda bir belirsizlik hâkimse, sanatın kalıcılığı tehdit altında demektir. Buna karşı savunmaya girmenin anlamsızlığını mimârî üzerinden vereyim. Bir binânın temelleri hastane yapılmak için atılsa, ikinci kata gelindiğinde hastaneden vazgeçilip alışveriş merkezi inşaatı olarak devam etse ve inşaat daha sonraki katlarda köprü, havaalanı olarak devam edip ve en son olarak kule şeklinde tamamlanırsa bu mimârî eseri kimse kullanamaz. Ama süreç içinde birçok iş ve emek harcanmış olur. Bunu "bienal" ya da "eleştirel sanat" olarak yutturmaya çalışmak da anlamsızlığa cila sürmek olur.
Bugün klasik batı müziği hâla Beethoven, Mozart, Brahms gibi isimlerle ile teselli oluyorsa; klasik Türk müzigi 90’lardaki "sentez merakı"ndan kurtulup kendini Dede Efendi, Şâkir Ağa, Hacı Ârif Bey, Şevki Bey, Tanbûrî Cemil Bey ile avutuyorsa; Türk edebiyatı, "Nobel Ödülüne rağmen" Tanpınar, Peyami Safa, Necip Fâzil, Nâzım Hikmet, Yahya Kemal yeni neslin radarına giriyorsa; yapılan âbidevî câmiler Mimar Sinan’ın kötü birer kopyası olmaktan ileri gidemiyorsa, bu durum, günümüz şartlarında güzel sanatların yeni ürün verememesidir.
Sezen Aksu, MFÖ hayattayken klasik olmuşken; Barış Manço ve Cem Karaca şimdiden üç neslin dinlediği isimler hâline gelmişken; pop müzik, kendini türkülerden bozuk uyarlamalarla takviye eder hâldeyken, bu durum, sığınağa çekilmiş insanların yanlarında getirdikleri erzaklarla idâre etmelerine benzetilebilir.
Çözüm
Yüzyıllar içinde oluşan sanatsal birikim, değil bir nesilde birkaç yılda yok olurken, sanatın içinde bulunduğu daha doğrusu bizim sanatsızlık içinde bulunmamız, bugünden yarına çözülecek bir sorun değildir. İnsanların önce karınları, sonra da gözleri doymalıdır. Bu doygunluğun verdiği birikim, en az iki nesil sonra sanatın kendini güvende hissedeceği iklimi oluşturacaktır. Bu süre söylerken uzun gelebilir ama, zaman su gibi akıp giderken, oluşmaya başlayan birikimin satıh satıh ürün vermeye başladığı gören gözler için mâlumdur. Bundan sonra gerekli olan, birikimin hızlanarak devam etmesidir. Ancak şu da unutulmamalıdır ki, yukarıda adını saydığım müzisyenler bile, toplumun sanat seviyesinin çok yukarıda olduğu zamanlarda zirveyi somutlaştıran isimlerdir. Onların altında, tepelerde, yamaçlarda, yokuşlarda nice isim bu birikimin yapı taşlarını oluşturmuştur.
Özetle, sanat kendini sırlamıştır. Biz onun öldüğünü, yok olduğunu, bittiğini düşünsek de, üstündeki örtüyü atacağı şartların oluşmasını, oluşturulmasını beklemektedir. Sanat, sabırlıdır; bekler. Beklemek sanatın kendisinin değil, sanatsız kalan bizlerin zarârınadır. Bu beklemeyi bitirecek oluşumun fâilleri de zarardan dökme irâdesi gösterecek olanlardır.