Öyle ya, demokratikleşme ve normalleşme ha deyince olacak şeyler değil. En büyük hatalarımızdan biri ise bugüne kadar elde ettiğimiz kazanımların pamuk ipliğine bağlı olduğunu unutuşumuz. Hatırladığımızda ise her şey için çok geç kalmış oluyor.
Danıştay 8. Dairesi’nin Andımızla ilgili vermiş olduğu karar çok tartışıldı, tartışılmaya devam ediyor. Hukuk tehditkâr biçimde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaya başladı mı siyaset kurumunun ülkeyi yönetmesi zorlaşır. Oluşacak kaos ortamından ise en çok geçmişin vesayet odakları beslenir.
Danıştay’ı sadece bu karardan tanımıyoruz. Geçmişte başörtüsü özgürlüğü ile ilgili vermiş olduğu kararlardan dolayı da iyi tanıyoruz. O nedenle Andımız kararı ile ilgili gerekçeyi sadece bir kere okumayı yeterli gördüm. Çünkü yaşını başını almış, kariyer sahibi, iyi eğitimli okumuş kişilerin her sabah çocukları okullarının bahçesinde hizaya sokup “Türküm” demekle aidiyet duygusunu güçlendireceklerine inanmak istemiyorum. Evet, o kadar şeye rağmen hala inanmak güç ve yorucu geliyor.
Andımız gibi ırkçı dinsel ritüelleri her sabah elinden oyuncağını bırakıp gelmiş çocuklara zorla tekrarlattığınızda herkesin aynı bilince sahip olduğunu düşünebilirsiniz. Ama bu sadece içi boş konforlu bir düşüncedir. Herkes belki inanmış gibi yapar ama günün sonunda insan istediğine inanır. Totaliter rejimleri diri tutmak için çok gördüğümüz bu hikâyelerin sonuna baktığımızda aslında hiçbir anlamı olmadığını görmek için daha kaç hadise yaşayacağız kim bilir. Belli ki birileri buna ısrarla inanmak istemiyor ya da amaç başka.
Andımızın yazarı sadece bir yazar değil. Reşit Galip kafatası ölçen bir doktor olduğu gibi özgeçmişinde ezanın ilk Türkçe çevirisini yapan kişi olarak tarihe geçmesi de yazıyor. Hatta her konuda o kadar bilgi sahibi ki Hz. Muhammed’in “Türk aslından” geldiğini söyleyecek kadar beyninin tüm loblarını ırkçılıkla doldurmuş. İdeolojik kimlik oluşturmak ve bunları belli hesaplar uğruna birilerine dayatmak için biçilmiş bir kaftan kendisi. Torunu Feyhan Oran’ın (Prof. Dr. Baskın Oran’ın eşi aynı zamanda) bile üzerinde konuşmaya çekindiği bir isim Reşit Galip: “Annem bana Andımız’ı dedemin yazdığını ilkokulu bitirdikten sonra söyledi. “O okulda okuduğunuz ant vardı ya, onu deden yazdı. Onu önce bize okumuştu, sonra okullarda okunmaya başlandı” dedi. “Niye söylemediniz bana?” diye sorunca da “Sen ‘Bunu dedem yazdı’ diye sınıfta söyleyeceksin, bir kısım cephe alacak, övünüyor diyecek, sana karşı tatsız bir tutum olabilir diye söylemedim” dedi. Ondan sonra kimseye anlatmadım. Sonra çocuklarıma filan söyledim. Çok da üzerinde düşünmedim açıkçası.”
“Müslümanlığı Türk’ün anlayacağı bir hale getirmek gerekir. Bu da ancak ibadetin Türk diliyle yapılmasıyla kabil olabilir.” diyordu Reşit Galip Batılılaşmayı şeklen zannedip insanları özünden koparmayı amaçlayarak. Sırf bunu hayata geçirebilmek için bile tüm kibir ve küstahlığıyla Mustafa Kemal’e bir yemek sofrasında serzenişi tarih hatıratlarında yerini almıştır. Serzenişinin hakkını 1932 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na getirilerek alıyor, zaten daha sonrasını ise biliyorsunuz, 1933 yılından beri çocuklar her sabah ırkçı bir metine zoraki olarak ant içerek güne başlıyorlar.
Eğitimimiz bu tarihten sonra mı militarizme ve ırkçılığa emanet edildi bilinmez, tarihçiler bunun yanıtını daha kolay vereceklerdir ama aradan onlarca sene geçmesine rağmen haftanın beş günü ant içilerek milli aidiyetin oluşmadığını söylemek zor olmaz. Ya da Andımız kaldırıldıktan sonra ne Türklüğümüzü unuttuk ne de parçalandık. Andımızın her sabah zorla okutulmadığı zamanlarda 15 Temmuz’u kahramanca püskürttüğümüze göre demek ki aidiyetimizin gücü böyle ırkçı metinlerden geçmiyormuş, tam aksine milliyetçilik “Türküm” demekle olmuyor, icraatla oluyormuş.
En güzelini ise Erdoğan 2013 yılında söylemiş. Aradan beş sene geçmesine rağmen Danıştay’ın siyasete müdahale eden bu kararı sonucu şu sözler güncelliğini koruyor hala: “30'larda Hitler ve Stalin gibi toplumu formatlamak için bu tür uygulamalar yapılıyordu. Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde çocuklar içtimaya dizildiği, ırkçı sloganlar okunan metinler göremezsiniz. Bal bal demekle ağız tatlanmaz. Balı yersen ağız tatlanır, Türküm demekle Türk olunmaz. Doğruyum demekle çalışkan olunmaz. İnsan ailesinden öğretmenlerinden çevresinden aldığı eğitimle bir takım değerlere sahip olur.”
Nitekim bugün seçilmişleri savunmak siyaset yürütmesinin almış olduğu kararı savunmayı gerektirir. Atlattığımız o kadar badireye rağmen siyaset yürütmesinin üzerinde vesayet oluşturmaya kalkanlar ise her sabah Andımızı okuyarak güne başlayabilirler ama artık eski zamanlarda olduğu gibi bunu herkese dayatacakları günler geride kaldı.
Keşif’i hala izlemediniz mi?
Projesini Avni Özgürel, yapımcılığını Ayfer Özgürel ve yönetmenliği ise Volkan Kocatürk’ün yaptığı Keşif 19 Ekim’de vizyona girdi.
Salı günü filmin galası için Kanyon AVM’deydik. Gala çok kalabalıktı, neredeyse adım atacak yer yoktu.
Nergis Kumbasar tüm sade güzelliğiyle gözleri üzerine çekerken, Keremcem her zaman ki karizmasıyla gala salonunu dolduruyordu. Gözlerim bir ara gördüğüm Mehmet Aslantuğ’u aradı ama daha sonra yakalayamadım. Özellikle vakti zamanında Ahmet Kaya’yı cesur bir şekilde savunuşu için özellikle tebrik edecektim.
Film harika. Aynı konu üzerine çekilmiş filmlerden çok çok daha farklı ve başarılı. Spoiler vermemek adına filmden pek bahsetmeyeceğim ama mutlaka gidip görmenizi isterim. Özellikle filmin başrolünü üstlenen Burak Can, İbrahim Yıldız ve Sude Zulal Güler’in oyunculuklarını çok beğendim. Burak Can’ın oyunculuk kalitesini gelecekte farklı rollerde göreceğimize inanıyorum.
Eh bir de tabi gençleri cuma günü televizyona bağlayan 4N1K dizisinin oyuncularından Burak Yörük ve Cihan Şimşek de oradaydı. İlgi onlara karşı da epey fazlaydı. Beklediğimden daha fazla olan mütevazi tavırlarını sevdim. Tolga Ortancıl’ı bir ara yakaladım, onun da oyunculuğunu çok beğendiğimi söyleyebilirim. Ayrıca kendimden biliyorum İkizler burcu neşelidir, o ise tam aksine azcık gergin ve kasıntı duruyordu, gülsene kardeşim, sana gülmek yakışıyor!
Şunu söyleyebilirim… Özellikle öğretmenler, okullar öğrencilerini alıp Keşif’e gitmeli. Ayrıca pazar günü ailenizle birlikte gidip izleyebileceğiniz harika bir etkinlik olabilir. E daha ne duruyorsunuz, doğru sinema salonuna: “Gerçek Oyun Başlıyor!”
Arda Turan ve Berkay Şahin…
BİR: Artık içinde “adamlık” geçen cümleler kurmayın.
İKİ: İkinizde yapmış olduğunuz işlerde daha çok böyle skandallarla gündeme gelerek toplum nezdinde kredinizi tükettiniz, bir süre kendinizi unutturun.
ÜÇ: Susun. Mümkün olduğunca bir süre susun.
DÖRT: Utanın. Sizi kendisine rol model seçerek futbolcu ya da sanatçı olmak isteyen çocukların sorumluluğunu üzerinizde taşıyamadığınız için utanın.
Çok cahilsin, keşke istifa etsen!
İlber Ortaylı’ya soruyorlar; “Andımızın kalkması mı yanlıştı?”, Ortaylı cevap veriyor, “Tabi yanlıştı, ayıp, küstahlık!”
E adama sorarlar…
İsmail Küçükkaya ile ortak kitap yazmayı biliyorsun da Andımızı kaldıranın hangi siyasal iktidar olduğunu bilmiyor musun?
Muhtemelen biliyorsun, peki hadsizce ve şov uğruna kime “küstahlık” diyorsun?
İlber Ortaylı tamam kabul, sempatiktir, bilgilidir, içtendir, doğal konuşur ama unuttuğu bir şey vardır ki; dilin kemiği olmaz.
Şimdi yapılması gereken en doğru şey…
İlber Ortaylı’nın Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan istifa etmesidir.
Ya da…
Ettirilmesidir.
Çünkü ortada fikir beyan etmekten daha çok hakaret vardır!