Avrupa Birliği düşmanlığı bizi hiç bir yere götürmez. Üstelik zarar verir.
Böyle zamanlarda en kolayı herkesin ateş ettiği yöne doğru ateş etmektir. Ama böyle yaparak ya büyük hedefi ıskalıyorsak?
Avrupa Birliği düşmanlığı bizi hiç bir yere götürmez. Üstelik zarar verir. Rasyonel olmak zorundayız. Hele hele ülke çıkarları söz konusu olduğunda.
Evet, Avrupa Birliği siyasi olarak karışık, hatta kaotik bir yapı. Evet, güvenlik politikaları rezalet, ekonomileri sıkıntılı, politik karar alma süreçleri korkunç kötü. Hatta rahatına düşkün ve ayırımcı. Evet hepsi doğru. Ama bütün bu doğruların yanında gerçek olan birşey var. O da refah düzeylerinin son derece yüksek olduğu ve sadece yarım yüzyıl önce birbirlerinin gırtlaklarına sarılan toplumların halklarını refaha kavuşturmak için güç birliği yapmaya başladıkları. Sonuçta da öyle ya da böyle bunu başardıkları.
Avrupa sadece bizim kızdıklarımızdan mı oluşuyor? 500 milyonu aşkın insanın hepsi mi kötü? Her yıl milyonlarca batılı turist her halde bizden nefret ettikleri için geliyor değil.
Kendimize bir soralım. Avrupa Birliği’ne girmek istemek yanlış mı? Yoksa kızgınlığımız verdikleri sözleri tutmadıkları, bizi almadıkları için mi?
Şimdiki sancılar geçtiğinde Avrupa Birliği de yerinde duracak biz de. Ve gerek coğrafya, gerekse ticaret bizi hep işbirliği içinde kalmaya zorlayacak. Avrupa’da kimileri bunun farkında olmayabilir. Ama biz bunu onlara ve kendimize sürekli hatırlatmak zorundayız.
Almanya ile Fransa 30 yıl içinde art arda iki dünya savaşıyla birbirlerini kırdıktan sonra böylesi bir birliği kurabilmişse, Varşova’nın tüm evleri Alman bombaları ile tek tek yok edildiği, kitlesel katliamlara uğradıkları halde, Polonya siyasi ve ekonomik sınırlarını kaldırabilmişse, bizim de onların da biraz düşünmesi gerekmez mi?
Tüm Avrupa’yı tek bir blok olarak görmemeliyiz. Şimdi “kızdığımız” Avrupa, Türkiye nüfusunun yüzde beşini yani dört milyonu aşkın Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı’nı barındırıyor. İhracatımızın yüzde 60’ı onlara yönelik. Bunu, onlara muhtaç olduğumuzu belirtmek adına söylemiyorum. Tabii ki muhtaç değiliz. Sadece ilişkilerimizin nasıl iç içe geçtiğini anlatmak için söylüyorum.
Avrupa Birliği’nin bugünkü yöneticileri basiretli davranmıyorlar diye kızabiliriz, hatta küsebiliriz ama, Avrupa Birliği düşüncesine kızmak bize birşey kazandırmaz.
İngiltere’nin referandumla birlikten ayrılış yönünde oy kullanması bizi yanıltmasın ne olur. İngiltere bir anlamda, Birlik aslında kendi standartlarını düşürdüğü için ayrılmayı düşünüyor. Üstelik bu karar da kıl payı sayılacak bir farkla alınmış durumda. Birleşik Krallık’ın ayrılış için oy kullanan vatandaşları kendi refahlarını paylaşmak istemeyenler. O yüzden İngiltere örnek gösterilerek, “Zaten dağılıyor, bitiyor” diye düşünmek son derece yanlış olur. Onlar bile “Siyasi mekanizmadan çıkalım, ama ticari mekanizmada kalalım” istiyor.
Bize düşen, Avrupa’yı kendisinde olduğunu düşündüğü değerlerle utandırmak. Ayrımcılıklarının, dışlayıcılıklarının altını çizip, insan hakları konusundaki çifte standartları ile eleştirmek.
Ne yani, Avrupa Birliği’nin kendince temsil ettiğini iddia ettiği değerler sadece onlara mı ait? Başkası bu değerleri sahiplenemiyor mu?
Hele şimdi yüzlerine vuracağımız tokat gibi bir gerçek varken. Avrupa Birliği’nin mülteciler konusundaki tavrı, inanca, insan haklarına, hukuk düzenine, kısaca insani olan herşeye aykırı.
Evet maalesef gerçek bu ama, Avrupa’da mülteciler için üzülen, çalışan, umut eden insanlar da var. Soft faşist kimi Avrupalı siyasilerin tavırlarına karşı duran insanlar.
O yüzden kimi meslektaşlarımızın kamuoyunu Avrupa aleyhine doldurmasına hiç gerek yok. 1 ay sonra, diyelimki başlarına taş düştü ve vize muafiyetini söz verdikleri gibi tanıdılar. O zaman ne yapacağız? “Bastırdık galip geldik” diye mi sevineceğiz? Bu bir ortaklıksa, böyle bir duygu içinde olmamızın ne faydası var? Biz galip geldiysek, yenilen kim olacak? Bu bir boks maçı değil ki. 10 yumruk atıp 9 yumruk yiyenin galip sayıldığı.
Bu gibi önemli zamanlarda siyasiler bulundukları konum gereği kimi zaman yumuşak kimi zaman da sert mesajlar verirler. Bu bir tür tartışma-müzakere yöntemidir. Bana göre bugün yaşanan da budur. O yüzden Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarına da böyle bakmalıyız.
Kıyamet kopacak olsa ne yaparsınız?
Türk insanı öyle alengirli yatırım araçlarını bilmez. Bilmek de istemez. Bakmayın siz bir avuç azınlığın, borsadan forekse uzanan maceracılığına. Türk halkı herşeyden önce bir ev alır, Sonra da dolar. Gazetelerden farkındasınızdır. Ev satışları patlama yapıyor. Yüzbinlerce kişi düşük konut kredisi faizlerinden yararlanmak için bankalara hücum ediyor. Doların durumu da zaten ortada. O yüzden doların inişi-çıkışı önemli. Maalesef durum bu. Ünlü fıkra vardır. Bilen bilir:
Bir hafta sonra kıyamet kopacak ne yaparsın sorusunu önce İngilize sormuşlar, “tatile çıkarım” cevabını vermiş. Fransıza sormuşlar, “iyi bir yemek yerim” demiş. Türkün cevabı ise: “Dolar alırım” olmuş.