AB üyesi ülkelerde AB genel olarak birçok sorunu çözemeyen ya da yeni sorunlar yaratan bir kurum kimliğine sahip.
Avrupa Birliği, Brexit nedeniyle oldukça meşgul durumda. Brexit konusunda kafalar karışık. Cevap bekleyen çok sayıda soru var. İşte tam da bu karışık sürecin içinde Avrupa Parlamentosu seçimleri yapılacak. Avrupa Birliği’nin geleceği ve bu geleceğin İngiltere ile mi İngiltere’siz mi olacağı tam bir muamma. Avrupa Birliği ülkelerinde seçmenler bu gelişmeyi anlamakta zorluk çekerek izlemekteler. Avrupa Parlamentosu genel olarak seçmenler tarafından ilgi görmeyen bir kurum. AB üyesi ülkelerde kamuoyu nezdinde Avrupa konu olarak arka sıralarda. Bu da seçime katılan partilerin ve adayların işlerini zorlaştırmakta.
Yollarda seçim afişleri var. Medyada seçimlere ulusal seçimlerde olduğu kadar olmasa da yer verilmekte. Partiler ve adaylar toplantılar yapmaktalar. Seçim toplantılarına katılım çok az. Partilerin ve adayların davet ettiği toplantılara parti üyeleri dışında ilgi gösteren seçmen pek olmuyor. Özellikle merkez partileri etkinlikleri en az ilgi görenler oluyor.
AB üyesi ülkelerde AB genel olarak birçok sorunu çözemeyen ya da yeni sorunlar yaratan bir kurum kimliğine sahip. Örneğin sokaktaki vatandaşı en fazla ilgilendiren sığınmacılar sorunu söz konusu olduğunda seçmenlerin gözünde AB tam bir “başarısızlık abidesi”. AB üyesi bazı ülkelerde ekonomik sorunlar seçmenlerin ana sorunu. İşsizlik konusunda AB’ye yönelik bir beklenti yok. Hatta AB’nin “kendi ülkelerinin ekonomisine katkı sunmadığı gibi destek de olmadığı” eleştirisi yapılmakta. AB’nin ülkeleri için ek bir külfet olduğuna inananların sayısı oldukça fazla. Doğru ya da yanlış. AB’nin imajı pek parlak değil.
Avrupa Parlamentosu’nun durumu daha da kötü. AB üyesi ülkelerin vatandaşlarının birçoğu bu parlamentonun “ne işe yaradığı” konusunda olumsuz görüşe sahipler. Avrupa Parlamentosu milletvekillerinin büyük bir çoğunluğu ülkelerinde kelimenin tam anlamıyla “nobody”. Seçmenlerin büyük bir çoğunluğu onları tanımıyor. Kendi ülkelerinin medya organları da Avrupa Parlamentosu milletvekillerine pek yer vermiyor.
Seçmenin gözünde oldukça pahalı ve gereksiz bir kurum imajına sahip Avrupa Parlamentosu da bu imajı düzeltecek adımları atakta zorlanıyor. AB başkentleri de bu duruma memnunmuş gibiler. Avrupa Parlamentosu’ndaki milletvekillerini özellikle hükümet partileri olan merkez partileri üzerinden kontrol altında tutuyorlar. Sonuçta bazı istisnalar hariç milletvekilleri hükümetleri ne isterse onu yapıyor. Hatta bazı konularda AB başkentleri “iyi polis” rolü oynama ihtiyacı duyarsa Avrupa Parlamentosu da mecburen “kötü polis” rolünü üstleniyor. “Türkiye” söz konusu olduğunda bu tiyatro oyunu sergilenmekte genel olarak.
Ancak artık bu dengeler değişme yolunda. Merkez partilerin oy kaybına uğraması ve küçük partilerin oylarını arttırırken diğer yandan da birleşerek güçlenmeleri Avrupa Parlamentosu’nda dengeleri değiştireceğe benziyor. Bugüne kadar Avrupa Parlamentosu’nda iki büyük grubun hegemonyası vardı. Hristiyan demokrat ve sosyal demokrat gruplar diğer küçük gruplara danışma ihtiyacı duymadan beş yıllık iktidar dönemlerini ikişer buçuk yıllığına paylaşarak tüm önemli pozisyonları, komisyonları ve parlamento kurallarını belirlemekteydiler. Her dönemde iki buçuk yıl bir Hristiyan demokrat başkan ve iki buçuk yıl bir sosyal demokrat başkan gayet normal bir uygulama haline gelmişti. Komisyon ve diğer komiteler de aynı sistemle belirlenebiliyordu. Hatta AB Bütçesi için belirlenen raportörler de bu şekilde seçiliyordu. Yani AB başkentleri iki büyük grup üzerinden Avrupa Parlamentosu’nu rahatça kontrol etmekteydiler.
23-26 Mayıs 2019 tarihinde yapılacak seçimler sonrası oluşacak Avrupa Parlamentosu’nda Hristiyan demokratlar en büyük grup kalacak ama sözünü ettiğimiz işler için daimi ortakları olan sosyal demokratlar artık ikinci büyük grup olma şansını yitirmek üzereler. Liberaller ikinci büyük grubu oluşturmaya hazırlanmaktalar. Aşırı sağcı ve popülist partiler eğer aralarında anlaşmayı başarırlarsa üçüncü büyük grubu oluşturabilirler. Yeşiller’ hafife almamak gerekiyor. Aşırı solcu ve popülist partiler de koltuk sayılarını arttırabilirler.
Seçimlere katılım ne kadar az olursa merkez partilerinin gücü de o oranda azalacak. Kendi ülkelerinde “küçük” diye tanımladığımız partiler AB genelinde bir araya geldiklerinde oldukça “büyük” bir grup olabilmekteler. 27 Mayıs 2019 tarihinden itibaren yeni Avrupa Parlamentosu artık yeni “güçlü” grupların olduğu bir parlamento olacak. Dengeler değişecek.
Bu yeni parlamento dengelerinde AB başkentlerinin atayacağı yeni AB Komisyonu üyelerinin de yeterli oy alabilmesi için yeni koalisyonlara ihtiyaç olacak. Aynı şekilde parlamentosunun başkanlık divanı, komisyonlar ve komiteler eski sisteme göre değil çok daha farklı pazarlıklar sonucu oluşacak.
Avrupa Parlamentosu’nun bu yeni haline hazırlanmakta ve alışmakta yarar var.