Son süreçte sıklıkla işittiğim işitirken de bir hayli üzüldüğüm "asaleten-vekaleten" müdüriyet sitemleri, kadroların işleyişine dair acil formatlar atılması gerektiğini gösteriyor...
Aktif işleyiş vizyonuyla “makamsal değil emekçi memuriyet” zihniyetine kavuşup amatör ruhla ve şevkle güç bulmalı kurumlar... Nasıl mı? Konunun uzmanı olmamakla birlikte haddimi bilerek anlatayım... Evet konunun uzmanı değiliz fakat gezip gördükçe sorunlara ve çözümlere dair sosyolojik izlenimler elde ediyoruz kendimizce...
Son süreçte sıklıkla işittiğim işitirken de bir hayli üzüldüğüm “asaleten-vekaleten“ müdüriyet sitemleri, kadroların işleyişine dair acil formatlar atılması gerektiğini gösteriyor... Misal bir il müdürü atanıyor ve hemen ardından “asaletim ne zaman gelecek” merakıyla gözünü kulağını Ankara’ya çeviriyor... Kendisini işine, şehrine, personeline, sorumlu olduğu vatandaş kitlesine hakkıyla veremiyor ve mutlu olmuyor-mutlu etmiyor-verimli olamıyor... Neden? Eee asaleti gelmemiş...
Bir de asaleti olup da bir süre sonra görev değişikliği ile araştırma görevlisi-uzman-merkez personeli ve bilumum unvanları alıp aktif görevde yer almayanlar var... Bunu da anlamış değilim çünkü makamlar son nefese kadar değil ihtiyaç duyulduğu sürece kişiye tahsis edilir... Bugün var yarın yok; tıpkı her şey gibi... Makama gelen idareci ömür boyu koltukta olacakmış mantığıyla normal memuriyete dönüşü sürgün olarak görüp reddediyor, makamına geri dönmek için mahkemelere başvuruyor, geliyor, gidiyor.. Neden? Az sonra “Ortadoğu Genleri” bölümünde anlatacağım bunu...
Şimdi çok detaya girmeden tüm sorularımı ve kendimce çözüm önerilerimi özetleyeyim dersem; makam görevi sona eren kadrolar bakanlığı bünyesindeki diğer kademelerde aktif görevlere gelmeyi neden reddediyor-küçük görüyor-getirilmiyor?
Misal bir il milli eğitim müdürü görev değişikliği yaşayıp makamından ayrıldıktan sonra neden öğretmen, okul müdürü, Ar-Ge birimi ve benzeri kademelerde yer almayı reddediyor? Neden aktif görevleri reddedip araştırma görevlisi unvanıyla çalışmadan maaş almayı tercih ediyor?
Makama gelenlerin bir süre sonra eski görevini veya başka bir kademede yer almayı reddetmesinin temelinde çok ciddi bir özgüven ve sosyal travma hikayesi yatıyor bence...
Tam da burada Türkiye’nin Avrupa’daki ilk siyasi gururlarından biri olan Hüseyin Araç abimin kulaklarını çınlatmak istiyorum... Özgüveniyle, yüreğiyle, emeğiyle, mütevazi ve beyefendi duruşuyla tam bir idol... Kendisini yıllar önce tanıdığımda “Anadolu Kokulu” yüreğiyle farklı duruşu hemen göze çarpıyordu... Yaklaşık 50 yıl önce Çorum’dan Danimarka’ya çalışmak üzere giden Hüseyin Abim, çıkınına kıyafetleri ve yiyecekleriyle birlikte hayallerini de yüklemiş... Avrupa siyasetinde Türkiye adını duyurmak en büyük hayaliymiş... Ki öyle de oldu... Sosyal girişimci ruhu onu kısa sürede siyasete taşıdı oradan da Danimarka Parlamentosuna... Danimarka Parlamentosu’na girmeyi başaran ilk Türkiye asıllı milletvekili oldu... Sadece vekillik değil partisinin aktif görevlerinde de yer alan Hüseyin Araç, hiçbir zaman kendisine dair bir görev-makam tanımı yapmadı öyle de yaşadı... Ve aradan geçen onlarca yıla, elde ettiği makamlara, dünya çapında tanınmışlığına rağmen o hep; sade ve sadece insan kaldı... Hala amatör ruhuyla koşturuyor... Nikâh kıyıyor, kapı kapı gezip seçmenlere ulaşıyor, afiş asıyor, sokakları adımlıyor, toplu taşıma araçlarını kullanıyor, gençlerle buluşuyor, kampanyalarda aktif yer alıyor, Türkiye ezgilerini Avrupa’ya dinletmek için radyo programları yapıyor, Türkiye’den Danimarka’ya gidenlere ev sahipliği yapıyor, Türkiye’deki etkinlik davetlerine koşarak icabet ediyor... Evet bu adamın görev tanımı olmamakla birlikte ruhu da ilk günkü gibi amatör, aktif, renkli, keyifli ve güzel...
Özetle kasmıyor, kasılmıyor, bulunduğu ortamlara can katıyor, nerede ona ihtiyaç duyulursa kolları sıvayıp oraya koşuyor Hüseyin Abim...
Şimdi dönelim ülkemizdeki asalet, vekalet, makam, koltuk, öncesi, sonrası, özgüven, sosyolojik travma problemlerimize... Yine söylüyorum konunun uzmanı olmamakla birlikte bana kalsa “makamda asalet“ kavramını komple kaldırırım... Onun yerine müdüriyet görevi yürütüldüğü sürece “iyileştirilmiş maaş” kavramını getirir görev süresi bittikten sonra da bağlı bulunduğu bakanlığının aktif görev alacağı bir kademesine geçişi sağlarım... Ve devlet memuru hangi kademede olursa olsun çalıştığı yılıyla, mesleğine kattığı değeriyle, gelişimiyle mesleki ayrıcalıklara kavuşmalı diyorum... Bu ayrıcalıklar maaşa da kesinlikle yansımalı... Yani sabahtan akşama kadar saati bitirmek için oturanla canla başla çalışan, koşturan, gelişen, geliştiren aynı kefeye konmamalı... Son süreçte gündeme gelen ve kamuoyundan da onay alan öğretmenlere dair mesleki düzenlemeler gibi... Bu konuda fazlasıyla takdir ettiğim bir başlık daha var; GAP Uluslararası Tarımsal Araştırma ve Eğitim Merkezi. Tarım adına öyle muazzam bir işleyişe sahip ki GAPUTAEM hem tohumu hem de personeli geliştirmek adına gereken tüm motivasyon tıkır tıkır işliyor... Mühendisler çalıştıkça gelişiyor, geliştikçe üretiyor, ürettikçe kazanıyor...
“Asalet değil memuriyet işleyişi olmalı” fikrimi birkaç kurum müdürüne açtığımda aldığım cevap şu oldu; “makamdan çekildikten sonra emir verdiğimiz kademelerle aynı tarafa mı geçeceğiz yani? Bu çok kötü olur...”
Neden kötü olsun ki sizde o taraftan gelmediniz mi?
Aslında onları da iyi anlıyorum çünkü bir ayağımızı Avrupa’ya uzatmaya çalışsak da baskın genlerimiz “Feodal Ortadoğu İnsanı” olmaktan yana, bu sebepten ast-üst kavramları sadece görev alanımızda kalmayıp tüm hayatımıza, duruşumuza, sözlerimize, bakışlarımıza, insan ilişkilerimize bulaşarak bizi zehirliyor ve sade-sadece insan olduğumuzu unutturuyor...