Geride bıraktığımız hafta önemli bir olayın; Türk basınının ve Türkiye'de gazeteciliğin gelişmesinde önemli bir yer edinmiş, usta bir gazetecinin ölüm yıldönümüydü.

Çetin Emeç'in alçakça bir suikastla katledilmesinin üzerinden 31 yıl geçti.

Ölüm yıldönümünün ertesinde, “genel yayın yönetmenliğini yapmış olduğu gazetelerden” biri, -merhum Emeç'in kendisi gibi gazeteci olan kız kardeşi- Leyla Emeç Tavşanoğlu'nun kaleme aldığı, "Çetin'in kardeşi olmak!" başlıklı yazısını sayfalarına taşıdı.

Tavşanoğlu'nun yazısına eklenen -sunuş notu- paragrafta şu cümle yer alıyordu:

"Çetin Emeç, İstanbul'da 7 Mart 1990'da şoförü Sinan Ercan ile birlikte öldürüldüğünde Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeniydi."

Hayatta olsa kesin çok kızardı..

Emeç, vefatından bir süre önce Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliğini bırakmış, Yönetim Kurulu Üyeliği görevinin yanı sıra baş yazar olarak devam etmekteydi..

***

YAPRAK DÖKÜMÜ

Başkan Sedat Simavi, Genel Yayın Yönetmeni olarak Rahmi Turan'ı getirmişti.

Turan'ın göreve gelmesinden hemen sonra Hürriyet’te adeta yaprak dökümü yaşandı..

Birkaç ay sonra 5 Şubat 1990'da, benim de Hürriyet Gazetesiyle ilişiğim kesilmişti.

Son derece keyifsiz geçen günlerin kara bulutları, şubatın son günlerine doğru Çetin Emeç'in asistanı Nebahat Ercan'ın "Çetin Bey seni bekliyor" notuyla bir anda dağılmıştı.

Gazetede ziyaretine gittiğim Çetin Bey'le 15 dakika kadar süren bir konuşmamız oldu.

Bir süre sonra gazetede bazı değişiklikler olacağını söyleyen Çetin Bey, "Benden haber bekle" demişti.

Ve 7 Mart sabahı.. O acı haber..

***

BİR ÇETİN EMEÇ DERSİ: HABERİN KÜNYESİ

Çetin Emeç, ayrıntıyı çok önemserdi. Haber detaydı..

Yıl, 1989...

Ekimin ikinci günü...

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin son -daha sonra Rusya Federasyonu'nun ilk- Ankara büyükelçisi Albert Sergeyeviç Çernişev, merhum iş adamı Sakıp Sabancı'nın davetiyle İstanbul Emirgan'da, o günlerde ev olarak kullanılan Atlı Köşk'ün konuğu.

Dışarıdan bakıldığında önemsiz sayılabilecek son derece sıradan bir ziyaret.. Çernişev, kısa süre önce ülkesi Moskova'da açılan sergisine gidemediği Türkiye'nin önde gelen iş adamlarından birine ziyaret gerçekleştiriyor.

İstihbaratı alır almaz, Sabancı Holding Özel Kalem Müdürü Ali Haydar Taşlı ve Basın Danışmanı Yener Süsoy'a ulaşmam, Cağaloğlu'ndan çıkış hızım ve heyecanım.. Şu an gün gibi yaşıyorum.

Adından gazetelerde sıklıkla söz edilen Çernişev'le "yüz yüze" görüşme şansını yakalamıştım. Çok kez aynı ortamda bulunmuş ancak teke tek sohbet imkanı bulamamıştım.

Güler yüzlü, sempatik bir kişilikti Çernişev.. Öyle ki, bilinen en önemli özelliği yöneltilen sorulara sadece gülerek yanıt vermesi, hatta her türlü soruya peşin peşin gülmesiydi.

Cevapsız gülümsemesine fırsat vermemekte kararlı, bir iki cümle de olsa kafamdaki sorulara cevap almakta ısrarlı olacak şartlanmışlıkla gitmiştim, Atlı Köşk'e..

Köşk'ün büyük salonunda Çernişev, Sakıp Sabancı, Dilek Sabancı ve tabi ki Yener Süsoy.. Ekonomi, turizm derken koyu bir sohbetin tam ortasında buldum kendimi.

***

ARABULUCU MU MESAJ TAŞIYICI MI?

Kafamda, Bulgaristan'da devam eden "sert" asimilasyon ve haziranda başlayan -Bulgar medyasının büyük gezinti olarak adlandırdığı- Bulgaristan Türklerinin göçü var.

Kısa süre önce Çernişev, Bulgaristan Devlet Başkanı Todor Jivkov ile görüşüp, Sovyet yetkililerle teması sonunda Ankara'ya gelerek Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz'a konu ile ilgili mesajları iletmiş ve Türkiye ile Bulgaristan arasında "arabuluculuk" yapabileceğini ifade etmişti.

Kendine göre "arabulucu", Ankara'ya göre "mesaj taşıyıcısı" Çernişev'e, olan biteni ve son durumu sormalıydım. Bir de, "yüz yüze görüşebilen sayılı büyükelçilerden biri olduğu" diplomatik kulislerde yaygın olarak konuşulduğundan, Gorbaçov'u.

Sohbetin hafiflediği bir an, konuyu değiştirmek ve de sorumu sormak üzere hamle yapmak üzereydim ki, Sabancı Çernişev'e, "Bilardoyu sevdiğinizi ve iyi bir oyuncu olduğunuz duymuştum." dedi. Çernişev’in cevabı, "İmkan olursa oynamak isterim." oldu.

Sakıp Ağa gülümseyerek, yan odayı işaret etti. Çernişev'le birlikte, duvarları birbirinden kıymetli tablolarla çevrili, "Amerikan" tabir edilen delikli bilardo masasının bulunduğu odaya geçtik. İlk kez "Rus Bilardosu" tabirini o gün duyuyordum.

Isınma turunda son derece sakin olan Sabancı ve Çernişev oyun ilerledikçe hızlanmış, adeta farklı bir boyuta geçmişlerdi. O sakin Büyükelçinin içinden genç ve hırslı bir delikanlı çıkmıştı. Takım elbisesine aldırmadan masaya uzanması.. Ustalıkla kullandığı isteka ile birbirinden farklı hamleler yapıyordu. Bir yandan da duvarda asılı Ayvazovski tablolarına olan hayranlığını anlatıyordu.

Karşımdaki manzara aklımdaki tüm soruları adeta uçurmuş, tamamen fotoğraf makinemin vizörüne ve kadraja yoğunlaşmıştım. Ceketler çıkarıldı, kollar sıvandı, tamamen oyuna konsantre olundu.

Ve final atışı..

İkili masanın kenarında sohbete dalmışken, ben de bulduğum her fırsatı değerlendirerek deklanşöre ardı ardına basıyordum.

Gün bitmiş, her soru hamleme karşın o “meşhur gülüşten” nasibimi almış, aklımdaki hiçbir soruyu soramamıştım.

***

TELAŞLI KOŞUŞTURMA

Gazeteye dönüp, filmleri banyo ettirmemin ardından, yazı işlerinde ışıklı masaya yayılan fotoğrafları merhum Çetin Emeç’e anlatmaya koyulmuştum. Çetin Bey, bir yazı işleri rutinimiz olan “Bu nedir, bu kimdir?” sorularının ardından tek tek incelediği dialardan bazılarını ayırarak, "Kullanacağımız fotoğraflardan biri bu. Resim altına (o günün tabiri) arkada duran tablonun, kim tarafından, hangi yıl yapıldığını ve adını yazalım.” demişti.

Bir panik, yazı işlerinden nasıl servise gittiğimi bilemedim. Sevgili Bülent Denli, Leyla İsmier, Mehmet Yaşin, Turan Karasu.. Hep birlikte fotoğraf karesindeki tablonun detaylarının peşinden koşuştururken bulduk kendimizi..

Sakıp Ağa toplantının hemen sonrasında yurt dışına gitmek üzere yola koyulmuştu.. Holdingde ise kimse sorumuzu cevaplayamıyordu. Yener Süsoy'a da ulaşamamıştık, Ali Haydar Taşlı’ya da.. Sırayla aklımıza gelen hemen herkesi aramıştık..

***

ABDÜLMECİD’IN TABLOSU

Türkan Sabancı, Rafi Portakal, vb..

Hasılı gün bitmiş -yoğun telefon trafiği sonrası- saat 18.15 gibi öğrendiğim bilgi ve heyecanla, koşar adım yazı işlerine kan ter içinde gitmiştim.

Bir yandan korku, bir yandan başarmanın mutluluğu..

Rahmetli Çetin Bey’in hafif bir tebessümle “Ne oldu resim altı?” sözlerini ve o anı unutmam mümkün değil.. Notların bulunduğu kağıdı uzatırken ellerimdeki titremeyi de..

Ve de, Çetin Bey’in önünde duran erken baskı gazete nüshası ve arka sayfada oldukça büyük kullanılan haberin eksiksiz fotoğraf altlarını da..

Fotoğraf altı yazılmıştı..

“Abdülmecid’in tablosu”

Fotoğrafta, Çernişev'in eliyle işaret ederken görülen tablo, "Son Osmanlı halifesi Abdülmecid Efendi tarafından yapılan -19'uncu yüzyıl sonu 20 yüzyıl başları- ‘Interior’ tuval üzerine yağlıboya eseriydi, Cami Kapısı..”

Sanıyorum halen Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi'nde..

O gün Çetin Emeç, çok önemli mesleki bir ders vermişti bana:

“Fotoğraf altı, o haberin künyesidir.”

Detayda, bir fotoğraf karesinin bazen kelimelerle ifade edilenden çok daha fazla bilgi içerdiği..