2000'lerden beri yükselen ülkeler Birleşmiş Milletler'in yapısını değiştirmek istiyorlar.
2000’lerden beri yükselen ülkeler Birleşmiş Milletler’in yapısını değiştirmek istiyorlar. Günümüzün dünyası 1945’lerin dünyası değil. Türkiye 1945 yılında kurucu üye olarak San Francisco’da yapılan Birleşmiş Milletler konferansına katıldığı zaman dünyada otuz beş devlet vardı. Geri kalanlar sömürge durumundaydılar. Günümüz dünyasında ise 193 devlet var ve 1990’larda Sovyetler Birliği’ni yıkmak için kışkırtılan etnik talepler nedeniyle bu sayının ilerde artacağı hissediliyor.
Yeni dünya düzeninde, Güvenlik Konseyi’nde dünya barış ve güvenliğini korumaktan sorumlu, Amerika, Rusya Federasyonu, İngiltere, Fransa ve Çin gibi veto yetkisine sahip devletlerin yanında, çeşitli bölgeleri temsil eden yeni güçlü devletler var. Bu devletler arasında Hindistan, Almanya, Japonya gibi beyin ve ekonomik gücü fazla devletler Güvenlik Konseyi’nde yer almak istiyor. Bu kurumun ciddi bir reforma ihtiyacı var. Birleşmiş Milletler görevi ve varlığı konusunda işlevsiz bir yapı görünümünde. Daha önce var olan Milletler Cemiyetinin ortadan kaldırılmasına neden II. Dünya Savaşı’nı önlemede etkisiz kalmasıydı.
Uluslararası güvenliği sağlamak, insan haklarının dünya yüzünde gelişmesine yardım etmek, sürekli kalkınma, sığınmacılara yardım etmek, uluslararası anlaşmaları kolaylaştırmak ve ülkelerin uluslararası hukukun kurallarına uymayı zorlamak bu örgütün en önde gelen görevleri arasındaydı. Bugün Birleşmiş Milletler Örgütü, bürokrasiye boğulmuş, yetersiz, etkisiz ve mali açıdan sorumlu bir duruma gelmiş bulunuyor. Bu sorunların çözülmesi gerekiyor. Yeni Genel Sekreter Antonio Guterres’in yapmak istediği reformlar maalesef örgütün görevsel yapısını düzeltmeye yönelik değil. Guterres’in önerileri, daha çok kendi görevlerini nasıl kolaylaştırıp yürüteceği, örgütün kapasitesinin artması, örgütün daha bütünleşmiş, daha şeffaf ve daha sorumlu olmasına yönelik. Belki Guterres, Birleşmiş Milletler kurucularının, örgütün yapısını kendi aleyhlerine değişmesi karşısında direneceklerini tahmin ederek yalnızca bu tür iç reform önerileri istiyor. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri ve müttefikleri olan diğer ülkeler-Türkiye hariç- Birleşmiş Milletler’in yönetimini düzenleyerek örgütün daha şeffaf ve hesap verebilir olmasını istiyorlar. Yükselen güçler ise, yukarda belirttiğimiz gibi, Güvenlik Konseyi’ne katılmak istiyorlar. Yükselen güçler aynı zamanda gelişmekte olan ülkelerin oylarını çekmek için yönetimsel reformların karşısındalar. Gelişmekte olan ülkeler bu reformların Birleşmiş Milletler’in etkinliğini artıracağına inanmıyorlar.
Güvenlik Konseyi reformuna gelirsek; Amerika geniş örgütsel reformların yapılmasında kendine yardımcı olması kaydıyla Japonya’nın Güvenlik Konseyi daimi üyeleri arasına katılmasını destekliyor. Çin, eski rakipleri Japonya ve Hindistan’ın katılmasına karşı. Bu durumun uluslararası alanda kendi gücünü azaltacağını düşünüyor. Rusya’da kendi etkinliğinin azaltılmasını düşünerek yeni katılımlara karşı. Avrupa’nın, Güvenlik Konseyi daimi üyeliği konusunda değişik fikirleri var. Almanya, bu yapının eskidiğini düşünerek daimi üye olmak istiyor. İtalya da Almanya katılırsa katılmak istiyor. İngiltere ve Fransa, güçleri azalmış devletler olarak Güvenlik Konseyi’nin genişlemesine karşılar. Güç imajlarının sulandırılmış olacağına inanıyorlar.
Amerika, Başkan Trump’la birlikte Birleş Milletler’de gene “önce Amerika” politikasını oynuyor. Trump, Birleşmiş Milletler’deki konuşmasında, “..kimseyle tek taraflı işleyen bir anlaşma yapmayacağını ve Amerikan çıkarlarının her şeyin üstünde olduğunu..” söylüyor. Birleşmiş Milletler’in 193 ülke içinde harcamalarının yüzde 22 yapan Amerika, diğer devletlerin de bu yükün altına girmelerini istiyor. Bu durum gelişmekte olan ülkelerin pek hoşlanacağı bir durum değil. Zaten Amerika’nın başat rol oynadığı bir örgütte bir de finansal yükü arttırma kolay olmayacak gibi. Zaten, Trump’ın NATO ülkeleri toplantısında yaptığı konuşmasında da NATO ülkelerinin askeri harcamalarını artırma talebi büyük memnuniyetsizlik yaratmıştı. Bazı Amerikalı analistler gelişmekte olan ülkelerin memnuniyetsizliğini azaltmak için bütçe konularında ağırlıklı oy verme önerisinde bulunuyorlar. Gelişmekte olan ülkeler ödenen paraya göre oy oranın belirlenmesinin devletlerin, Birleşmiş Milletler’deki egemen eşitliğine yeni bir darbe olacağı kanısındalar. Zaten barış ve savaş ve müeyyideler konusunda beş daimi üyenin oyuyla asıl karaların alınmasına Türkiye gibi karşılar.
Birleşmiş Milletler reformu olmazsa ne olur? Birleşmiş Milletler’in(BM) güvenlik sorunlarını çözmede aciz kalması NATO gibi askeri bölgesel örgütlerin önemini artırır, zaten artırmıştı. Ancak NATO, daha çok Amerika’nın artık Avrupa bölgesi dışında da sorunlarını çözmeye yarayan bir askeri örgüt durumunda. NATO üyelerinin çoğu Amerika’nın zorladığı askeri operasyonlara isteksiz olarak katılıyorlar ve Orta Doğu olaylarında görüldüğü gibi terör ve göç Orta Doğu’yla ilgisi olmayan Avrupa ülkelerine yansıyarak siyasal yapılarını dengesizleştiriyor. Afrika Birliği’nin, Afrika’da barış koruma ve arabuluculuk yapma gibi olumlu faaliyetleri olsa bile Afrika’yı asıl kontrol eden güç, Amerika’nın Cibuti’de karargahı bulunan Amerikan Afrika komutanlığı. Bu komutanlık elli Afrika ülkesinin asker ve polisini yetiştirip bu ülkelerin iç gelişmelerine müdahale edebiliyor. Tabii, Amerika dünya üzerindeki 800 askeri üssüyle her yerde hazır ve nazır durumunda. 2003 yılında, eski Başkan George W.Bush’un “istekli ülkeler koalisyonu” görevlendirmesiyle Birleşmiş Milletler kararı olmadan Afganistan’a müttefiklerini yönlendiren Amerika gibi herhangi bir ülkenin kendi yanında diğer ülkeleri kendi sorunu için savaşa asker göndermeye ikna etmesi pek mümkün görülmemektedir. Bazı Amerikalı düşünürler uluslararası sorunlar ortaya çıktığında böyle bir yaklaşımın başarılı olacağını savunuyorlar.
Birleşmiş Milletler’in yerine başka seçenekler ortaya çıkarsa, devletler BM’yi daha az gözönüne alırlar. Reformların yokluğundan şikayet edenler, kendi çıkarlarına hizmet eden BM programlarını finansal olarak beslerler. Örgütün diğer yapılanmaları geriler. Bu durum uzun dönemde BM’in varlığını tehdit eder. Yükselen ülkeler, zaten kendilerinin karar vermekte başat oldukları yeni örgütlenmeleri Asya’da gerçekleştirmeye başladılar. Yükselen ülkelerin kurduğu bu yapılanmalar şimdilik finansal ve ekonomik sorunları çözebilirse gelişmekte olan ülkeler geleceklerini bu yeni örgütlerde arayacaklardır.
Trump, Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmasında kendisini Amerikan Kongresi önünde zannederek iç politikaya yönelik tarzda ve uluslararası diplomasi adabı dışında Kuzey Kore’yi, İran’ı ve Venezuela’yı tehdit eden bir konuşma yapmış, herkesin kendi ülkesinin işlerini kendi düzeltmesi gereğinden kendi işlerine yönelmeleri gereğinden bahsederken diğer ülkelere gözdağı verebilmiştir.
Bir de ileri sürdüğü gizemli bir yaklaşım izleyeceğini söylemiştir. “İlkeli gerçeklikle” olaylara yaklaşacağını söylemesinden pek bir şey anlaşılmamış olmasına karşın bizim anladığınız, Amerika’nın paylaşılan hedefleri, çıkarları ve değerleri olan ülkelerle iş birliği yapacak olması. Bu durumda Amerika’nın Müslüman ülkelerle silah satışlarından başka bir dostluğu olamayacağı da anlaşılmıştır.
Sonuç olarak, Birleş Milletler gibi bir örgütün başarısızlığında, Güvenlik Konseyi’nde daimi üye olarak bulunup sürekli kendi çıkarları doğrultusunda veto kullanan ülkelerin bu örgütte gerekli reformların yapılmasına izin vermeyeceği anlaşılmıştır. Ne yazık!