Piyasanın genel kuralıdır, hepimiz biliriz; fiyat, arz talep dengesinin kesiştiği noktada oluşur. Yani; "mal"ı isteyenlerle, "mal"ı üretenlerin çıkarlarının ortak bileşke noktası o "mal"ın ederini belirler.
Piyasanın genel kuralıdır, hepimiz biliriz; fiyat, arz talep dengesinin kesiştiği noktada oluşur. Yani; “mal”ı isteyenlerle, “mal”ı üretenlerin çıkarlarının ortak bileşke noktası o “mal”ın ederini belirler.
Bu tüm dünyada geçerli olan serbest piyasa kuralı amma ve-lâkin bizde böyle cereyan etmiyor birçok konuda olduğu gibi futbolda ve özellikle naklen yayın havuz bedelinin tayin ve ihalesinde farklı sâikler, dinamikler olması gereken tabii mecrasının dışına doğru sürüklüyor konuyu.
Aslına bakarsanız Katarlılarla olan yayın sözleşmesinin nihayetlenmesine daha neredeyse 15 ay var. Önümüzdeki sezonun sonuna kadar geçerli, revize edilerek TL’ye fikslenen mevcut sözleşme. Ne var ki TFF bu konu sanki gelmiş yumurta kapıya dayanmış da bu sezon sonu bitiyormuşçasına bir çalışma grubu kurarak elindeki “mal”a müşteri aramaya başladı bile. Anlaşılan Katarlılar da bir an önce pılıyı-pırtıyı toplayıp buralardan sıvışma derdinde ki “ya Hu ne oluyorsunuz? Devam eden bir sözleşmemiz varken bu ne acele, kimin malına müşteri arıyorsunuz?” demek yerine sükût ikrardan gelir der gibi olan bitene sesini çıkarmıyor. Onlar da bir ümit belki önümüzdeki senenin yükünden bu ihaleyi öne çekerek kurtuluruz der gibi davranıyorlar.
Dünyanın yayıncılık ve yayını pazarlama konusunda en ileri ülkeleri bile hitâmına 15 ay kalan bir sözleşmeye konu “mal” için müşteri aramayı aklına getiremezken bunu bizim akıl etmemiz zaten başlı başına “Nobel” adayı bir buluşken bir de alıcının “Kulüpler Birliği Vakfı” olma ihtimali narkozsuz ameliyatta çığır açan uygulama olarak literatüre girecek cinsten.
Evet yanlış duymadınız! Digitürk platformunu Kulüpler Birliği Vakfı ihaleyle alarak kendi “mal”ının kiracısı olacak. (Allah’ım aklımıza mukayyet ol, Ya Rabbel Âlemin.)
İçinden geçmekte olduğumuz kriz dönemlerinde esnafın çokça söylediği bir deyiş vardır kendi arasında; “alan yok, satanı öpeyim” anlamında. İşte öyle bir kriz halinin dışa vurumu olarak bu parlak fikir çıktı ortaya. Sabah Gazetesi’nden Dilek Güngör’ün haberi bu düşüncenin ilk kez kamuoyu ile paylaşılmasına imkân tanıdığı için değerli ayrıca da bir nevi nabız yoklaması hüviyeti de taşıyor. Bu projenin müellifleri “bakalım bu müthiş fikrimize kim, ne diyor?” diye de bu haberi tedavüle sokmuş olabilirler.
Bizim bu “mal” zaten son zamanlarda iyice değerinden yitirmişti. Yayıncı kuruluşun bazı kulüpleri hasım görerek yaptığı uygulamalar, futbolun yönetimi, hakemlerin performansı, VAR’da yaşanan ikili, üçlü standartlar, Federasyonun profesyonellerine sahip çıkamaması, sen şu kadar şampiyon oldun, ben bu kadar minvalinde yaşanan kayıkçı kavgaları derken halk zaten sisteme olan güvenini çoktan kaybetmişti. O kadar kaybetmişti ki sponsorlar bile bunun farkına vararak Süper Lig’e adlarını vererek itibarlarını riske etmemek için uzak durur olmuşlardı nicedir. Milli Takım’a sponsor olan “baba” markalar başta olmak üzere piyasanın itibarlı markalarından hiçbirisi ne Süper Lig’e ne de 1. Lig’e uzun zamandır sponsor olmuyor.
Son naklen yayın ihalesini 2016 yılında Katarlıların –hatıra binaen- aldıkları da sır değil. Yani hayatın normal akışı içerisinde elimizdeki mal para etmiyor. Bırakın 500 Milyon Doları bu şartlarda yeni ihalede 350-400 vereni bulurlarsa şanslıyız.
Yerli yayın gruplarından hiç birisi ne ferden ne de konsorsiyum olarak bu işe girme taraftarı değil. Bein Medya önümüzdeki sezon için Şampiyonlar Ligi yayın haklarını almak için teşebbüste bulunmayarak kalıcı değil gidici olduğunu ihsas etmişken bizim “mal”a talip yok etrafta.
Bunlar daha iyi günlerimiz demek biraz pesimist olacak ama Perşembe’nin gelişi de Çarşamba’dan belli ne yapalım ki!
Hepimize sağlıklı günler ve Hayırlı Ramazanlar diliyoruz.