Birkaç hafta önce genç bir arkadaşla randevum vardı.
Birkaç hafta önce genç bir arkadaşla randevum vardı. Geldiğinde selam sabah sonrası nasılsınız dediğimizde; gözlerinden yaşlar boşandı. 'Ne oldu kardeşim' dediğim de, babasını yaklaşık bir hafta önce Kovid-19 dolayısıyla kaybettiğini söyledi.
Sohbetin devamında onu üzen asıl hususun şu olduğunu öğrendim; "Ölüm vakti hiçbir zaman kestirilemez, beklenilen bir şey de değildir, fakat bu sefer çok farklı oldu. Babam daha gençti, bir akşam ansızın kötüleşti ambulansı aradık, gelip hastaneye, yoğun bakım servisine götürdüler. Nefes almakta zorlanıyor, öksürüyordu. Üşütmüş sandık, nezle griptir diye bir hafta anlayamadık ailecek, meğerse babam Kovid-19 olmuş. İki gün yattı ve bir gece yarısı telefon geldi 'kurtaramadık, vefat etti, başınız sağolsun' dediler. Benim bu çok zoruma gitti, helalleşemedik, benim kendimi affettirmem gereken hususlar vardı, çok incitmiştim onu. Şu an kendimi çok kötü hissediyorum, hiçbir şey canım istemiyor, garip bir acı hissediyorum, bir daha göremeyeceğim de babamı, ben nasıl baş edeceğim bu duyguyla, nasıl vicdanım rahat olacak, nasıl yaşayacağım bu şekilde bilmiyorum" dedi. Haliyle ben de duygulandım, çok insani ve üzücü bir ruh hali idi karşılaştığım. Babasız büyüyen biri olarak çok tanıdık geldi o duyguları. Teselli etmeye çalıştık tabii ki, dilimiz döndüğünce.
İnsan hayatının olağan akışı içerisinde, normal şartlarda hepimizin yaşadığı bazı acıları vardı. Fakat bir yıl öncesine kadar bu acıların terapisi belki daha kolay oluyordu. Daha kolay atlatılıyordu. Cenaze olduğunda üç-beş gün boyunca herkes koşup geliyordu. Bu geliş gidişler zaten bir haftayı dahi geçerdi, bu cenaze evini yalnız bırakmama işi. Ziyaretler yapılırdı sürekli, hatta tanıyan tanımayan herkes acıyı paylaşmak adına cenaze evine uğrardı. Yemekleri dahi yapılıp, götürülürdü o acıların yaşandığı evlere. Çayına, şekerine kadar... Hatta ev işleri bile düzenli olarak komşular arasında iş bölümü yapılarak halledilirdi. O tür hallerde insanlar yalnız kalmıyorlar, acıları o şekilde paylaşılıyordu. Hafifliyordu. Acılar insanı şimdiki gibi o kadar çok ısıramıyordu. Buna imkan vermiyordu bu millet. Kıvranmaların sancısı bu denli ağır gelmezdi, hissedilmezdi belki de. Şimdi ki gibi o evlerde, insan içlerinde çöreklenip kala-kalmazdı. Şimdilerde ise öyle değil. Yakın akrabalar bile cenazeye sınırlı sayıda katılıyor. Ziyaretçiler, diğer akrabalar yas evine gelip- gidemiyorlar. Telefonla görüşmeler dışında pek bir şey olmuyor gibi. ‘Sanal samimiyet’ diyelim bunun adına da. Bu ise biz insanlar için yeterli değildir.
İşin en tehlikeli kısmı da burası. Böyle bir acının, duygunun yalnız kalınarak ve sanal bir samimiyet ile paylaşılması, insani duygular taşıyan bizler için bir 'travma' haline dönüşür tahmin ediyorum. Bu tür haller de hayatımızda belki derin izler de bırakır, ilerisi için. Unutamayız bir ömür. Sonuçta insan duygusal olarak çok güçlü bir varlık değil. Herhalde en sevdiklerin ile vedalaşamamak, ansızın onların ya da onlardan birinin ortadan yok olması öyle kolay hazmedilecek bir duygu değil hiçbirimiz için.
Bahsi geçen duygularla karşılaştığım bu günlerde, Ankara'da yaşayan tanışık olduğum; Psikolog, eğitimci ve yazar Dr. Ali Orhan Bey'in bir kitabı aklıma geldi. Bir süre önce zahmet edip, imzalayarak tarafıma yolladığı kitaplarından birisi idi bu. Kitap; 'VEDASIZLIK - Her Veda Bir Merhabadır' ismini taşıyordu. Sıra dışı bulduğum bir kitaptı. Okumuştum. Günümüzde karşılaşılan güncel, yukarıda bahsettiğim insani dertlerimize ve çözümlerine dair bazı önerilerin bulunduğu bir kitap çalışması yapmıştı Ali Bey. Satırlar arasında insani silkeleyen, kendine getiren bazı notlar mevcut. Kitap içinde bizlerin pek alışık olmadığımız lakin okuyup, üzerinde düşününce iç dünyamızın; "evet evet, hakikaten bu iş öyle" dediği türden bazı güzel fikirlerle bezeli satırlar vardı. Bu anlamda iç dünyalarımızın kuytu köşelerinde yıllanmış, yanlış bildiğimiz ve nicedir biz insanları huzursuz eden bazı davranış şekillerimizin huzurunu kaçıracak, bizleri bu yönüyle de biraz olsun daha huzurlu olmaya teşvik edecek kimi cümlelerin satır aralarına serpiştirilmiş olduğu bir kitap!
Veda etmeden gitmelere, 'vedalaşamamak' duygusunun insana ne kaybettireceğine, gelecek yaşamında insan üzerinde ne türlü izler bırakacağına, tam tersi sağlıklı bir şekilde 'vedalaşma' gerçekleşirse o halin insanın hayatını olumlu yönde ve nasıl etkileyeceğine dair kurulmuş olan cümleler bu anlamda kıymetli kitap içinde. Ali Bey, geçmişte sahibi olduğum bir haber sitesinde yazarlıkta yaptığı için oradan da tanışıyoruz. O vakitlerde özgün yazılarını bir yıl boyunca ilgili sitemizde yayımlamıştık. O zaman dahi bir fark hissetmiştim yazılarında. Bana göre bu fark 'VEDASIZLIK' kitabına da elbet yansımış. Onu özgün yapan hususun ne olduğuna gelince; Ali Bey mesleği bağlamında insan dertlerine, yaşadığı toplumun kültür kodlarını da unutmadan, onları da göz önüne mümkün mertebe alarak çözümler üreten, öneriler sunan bir psikolog ve eğitimci. Bu benim nazarımda çok önemli.
Bu günler de İnşallah gelip, geçecek. Birbirimizle dayanışmayı, hal hatır sormayı daha özel kılan bir olumsuz süreci hep birlikte yaşıyoruz. Aslında bunu yaparak kültürümüzü, benliğimizi yaşatıyor, yansıtıyoruz. Allah korusun, hepimizin başına gelebilecek, küresel bazda bir musibeti bu kadar acı bir şekliyle yaşıyor olmamız, umuyorum ki bizleri bencilleştirip, bizi biz yapan insani değerlerimize sırtımızı dönmemize vesile olmaz, onları bize unutturmaz.
Düşünün ki, an itibariyle her gün ortalama 300 kişi vefat ediyor. Bu sayıyı en az 10-15 ile çarpın (En yakınlarının sayısı tahmini bu sayı, bence çok olası bir ihtimal) bu ne demek, her gün en az belki 3000 ile 4500 kişi arasında insanımız, en başta bir genç arkadaş üzerinden verdiğim örnekteki o acıyı yaşıyor. Bu insanlar bizim etrafımızda, çevremizde, ülkemizde. Bu hiç azımsanacak bir sayı değil. Bir ay üzerinden hesap yaparsak; ortalama 100 bin civarında bir insan profilimiz yaşlısıyla, genciyle bu acıyla karşı karşıya kalıyor. Hasıla bu hesaptan hareketle, bu acılardan bizlere de hiçbir pay düşmez mi? Paylaşmak adına ya da başkaca vazifeler, olabildiğince.
Bu arada ülkesini seven, insanlarını seven sağlık çalışanlarımız gibi psikologlara da sanki daha bir gözle görülür şekilde bu günlerde ihtiyaç var gibi. Yukarıda bahsini ettiğim, örneklerini verdiğim insani hususların çözümü noktasında olandan daha fazlaca gayret gerekli gibi. Tabii ki gayretler, kıpırtılar var. Aksi halde ileride 'travmalı' yaşayacak çok sayıda insan profilimizin olabilme ihtimali yüksek gözüküyor. Malum bunun toplumsal huzurumuz açısından getirisi, pozitif yani olmaz lakin götürüsü, negatif yanı epeyce olur. Sağlıcakla kalın.