Atalar boşuna dememiş "Davulun sesi uzaktan hoş gelir." diye.
Günlerdir gözümüz, kulağımız, kalbimiz Elazığ’da… Arama kurtarma çalışmaları bitti. Artık Elazığ yaralarını sarıyor. Bu zor zamanlarda herkes kendince, gücü yettiğince bir şeyler yapmaya çalıştı. Yardım kamyonları gönderenler, para yardımı yapanlar, olay yerine gidip birebir yardım edenler oldu. Diğer bir tarafta da kavga edenler oldu. “Senin ettiğin yardım mı? Bir de benim kamyonuma bak.” diyenler oldu. Yaptığı yardımı çarşaf çarşaf reklam edenler oldu. Böyle acı bir olayın içinden politik çıkar elde etmeye çalışanlar oldu. Atalar boşuna dememiş “Davulun sesi uzaktan hoş gelir.” diye. İstediğimiz kadar empati yapalım, acıyı çeken bilir. Orada olup, görenle bir olur mu hissettiğimiz? İşte bu soruyu sorduğum an… Arama kurtarma ekipleri yıkılan binanın altında küçücük bir yaşam belirtisi arıyorlar… Herkesten sessiz olup, adım bile atmamalarını istiyorlar. Göçüğün altını dinliyorlar. Nefesler tutulduğu o anı titreyen sesi ile CNN muhabiri Fulya Öztürk anlatıyor… AFAD ekipleri 3 farklı noktayı dakikalarca dinliyor. Fulya gözyaşları içinde “ses yok!” diyor. Günlerce sıcacık evimizde, televizyondan bu haberleri izleyip ahlar vahlar ettik. Ama hangimiz Fulya’nın hissettiği kadar bu acının içinden geçtik?
Nasıl bilirdiniz?
Basketbol dünyasının efsane isimlerinden “Siyah Mamba” lakaplı Kobe Bryant ve 13 yaşındaki kızı Gianna Maria, helikopter kazasında hayatını kaybetti. Kobe hayranları bu haber ile sarsıldı. Basketbol ile alakalı olmayanların bile tanıyıp, sevdiği bir isimdi. Peki tüm dünyada hayranları olan bu adam neden bu kadar seviliyordu? Braynt; sadece çalışkan, hırslı, iyi bir basketbol oyuncusu değildi. Çıktığı televizyon programlarını izlerseniz, göreceksiniz... Klasik Amerikalı yapmacıklığından uzak bir adamdı. Sanırım belli bir yaşa kadar Avrupa'da büyüdüğü için mimikleri, gülümsemesi, insanlarla iletişimi sıcaktı. Boş bir adam değildi! Kendine ait düşünceleri, felsefesi vardı. Kitaplar yazıyordu. Hatta bir prodüksiyon şirketi kurmuştu. Gençler ile sürekli iletişim halindeydi. Aynı zamanda çok güzel bir aile babasıydı. Her yerde ailesi ile beraberdi. Adeta yıllardır ayıramadığı zamanın acısını çıkarıyordu. Aklanmasına rağmen, yaptığı hatayı cesurca itiraf etmişti. Tüm samimiyeti ile ettiği özür, önce ailesi sonra hayranları tarafından kabul edilmişti. Türkiye onu daha çok 2012 yılında Türk Hava Yolları için Messi ile oynadığı reklam filmi ile tanıdı, sevdi. Filmdeki sempatik tavırları ve ülkemiz ile ilgili övgü dolu sözleriyle Türk hayranlarına hayran kattı. Ve o artık yok… Bize değişmez bir kuralı tekrar hatırlatarak gitti. Dünyanın neresinde olursanız olun, samimi ve iyi insanlar sevilir.
Tartışmasız!
Dünyanın neresine giderseniz gidin, hangi inanca sahip olursanız olun “doğru” tektir. Hindistan’da hırsızlar cezalandırılıp, Norveç’te alkışlanmıyor. Ya da yalan söylenildiğinde Şamanlar kızıp, Budistler gülmüyor. Asıl yaşam; akıl kemale erip, doğru ve yanlış arasındaki farkı anladığımız noktada başlıyor. Her birimizin içinde eşit gramajda olan iyi ve kötü arasında seçim, sadece bize ait. Seçimimizin sebebi veya sorumluluğu kimseye ait değil. Kimse kimseye yaptığının diyetini ödetemez. Mükafatında da kimse hak iddia edemez. İşin aslı astarı; yaptığımız her tercih karakterimizi, değerlerimizi belirler. Yaptığımız her tercih, bir sonraki yolumuzu şekillendirir.