"Kardeş, kusura bakma gazetecilik psikolojisi işte, merak ettiğim bir konu bu senin meslek. Yahu bu işi nasıl yapıyorsun?
Yıllar önce rahmetli abimi sağlık durumundan dolayı Adana'da devlet hastanesine kaldırmıştık. Ben de haliyle İstanbul'dan Adana'ya gitmiş, birkaç gece de orada kalmıştım. Yanında kaldığım o günlerde abimin olduğu hastane katında çay, sigara vesaire içilmiyordu. Aşağıya, hastane girişine kadar inmek gerekiyordu. Ben de o günlerden birinde gece yarısı abim uyuduğunda aşağıya inip biraz soluklanayım düşüncesiyle yedinci kattan aşağıya inmiştim. Hem de çay, kahve bir şeyler içer, uykumu kovalarım düşüncesiyle...
Gece 02.00 civarıydı sanıyorum. Çay aldım, içerken birkaç metre ilerimde sırtında; 'Adli Tıp-Morg' yazılı (aklımda kaldığı kadarıyla, daha uzunda olabilir sırtındaki unvanı ama 'Morg' ibaresi kesin yazıyordu) biri iş kıyafetini giymiş olarak duruyordu. Tesadüfe bakın ki, ben de o günlerde "yahu, şu morgda çalışan birilerini bulsam da bir röportaj yapsam, bu nasıl bir iş, böyle iş yapılır mı, falan filan" diye aklımdan geçirip duruyordum. Öyle ya sıradan bir iş değildi, o meslek... Ben de oldum olası ilginç konuları severim. Daha önce yapmış olduğum röportajlar arasında böyle ilginç konular da vardı. Takip edenler eminim bilirler...
Neyse efendim, bu fırsat kaçar mı? O anki şartlarımız gereği röportaj yapamasak da, gene de adamla tanışıp birkaç soru sorma güdüsü beni habire dürtüp durduğu için, o adam ile bir şekilde selam-sabah verip, tanışmam lazımdı. Tanıştım, hemşerim de çıktı üstelik. Akabinde ayaküstü sohbet ettik, bir 15-20 dakika kadar...
Nerelisin, necisin... Hastane durumu, abimin rahatsızlığı, geçmiş olsun dileği... İş, güç vesaire... Kısa tanışma faslından sonra başladım, o kafama takılan sorulardan bir kısmını ona sormaya.
"Kardeş, kusura bakma gazetecilik psikolojisi işte, merak ettiğim bir konu bu senin meslek. Yahu bu işi nasıl yapıyorsun? Normal olarak ölülerle haşır, neşir olmak hiç iyi bir duygu olmasa gerek, vallahi bana çift maaş da verseler böyle bir şeyi yapmayı asla düşünemem. Şu an bile, iş yaptığınız yer aklıma geldi ve size bunları sorarken ürperdim, nasıl yapıyorsunuz Allah aşkına bu işi" diye soruverdim.
Orada bana verdiği cevap aynen şöyle idi; "Abi, bu işe ilk başladığımda dudaklarım uçukladı. Gece kabuslar görmeye başladım. İştahım kaçtı. Saçlarımın içinde sivilceler hatta boynumda, yüzümde yaralar çıktı. Eşim, bazen rüyamda bağırdığımı vb. şeyleri aktardı. Bu iş bir 9-10 ay sürdü galiba. Ürperme oldu bir süre. Doktora falan da gittim. Ondan sonra nötr hale geldim, bir tepkisizleşme hali, dönemi oldu sonrasında. Bu süreç de 1 yılımı aldı. Yani toplamda 2 yıla yakın zaman zorlu bir süreçti benim için. Ondan sonra sıradan bir işmiş gibi kabullendim.
Şimdi 12 yıllık çalışanım. Ve şu an, o morg içine koltuk atar, onların (cesetlerin) arasında uyurum, hani artık öyle bir şekilde sıradanlaştı bu iş benim için" dedi... Ürperdim açıkçası o vakitler, adamın bu işi, bu şekilde sonuca bağlamasından. Belki de haklıydı, derler ya; "insan her şeye alışıyor" diye. Akabinde, çayımızı da bitirip, oradan ayrıldık.
Bu olayı niye anlattığıma gelince, efendim şu yaşadığımız Kovid-19 süreci ile ilişkilendireceğim bu işi biraz da, onun için. Yaklaşık 7-8 ay önceki halimize, bir de şu an ki halimize bakıyorum da; aynı bu morgda çalışan adamcağız gibi ilk başlarda bizler de psikolojik olarak neler neler yaşadık. "Ulan ölecek miyiz, başımıza ne işler gelecek, ne yapacağız, çoluk çocuk, iş güç, ne edeceğiz" diye panikledik, belki kabuslar gördük bazılarımız...
Hatırlarsanız virüs kapmama telaşıyla acayip nahoşluklar yapanlar dahi olmuştu. Dezenfektan, kolonya vb. içmek gibi... Sanki bir alacakaranlık kuşağındaymış gibi yaşadık, ilk başlarda.. Hala da yaşıyoruz yaşamasına da, benim anlamadığım; bize bu süreçleri yaşatan hastalık coşmuş şu an, halen o da yaşıyor, her yerde. Ama biz aynı biz değiliz nedense. İşin garip tarafı bu. Sokaklarda dolaşırken o kadar duyarsız insanlara rastlıyorum ki, şaşırmadan edemiyorum, sizler de görüyorsunuz belki bu olanları...
Hele bir de bazı Avrupa ülkelerinde yaşananlar, oradaki bazılarının tavırları var; insan bu kadar da "zır cahil olur mu?" dedirtecek türden. Kimse onlara karışamazmış, maske de takmazlarmış. Bunun için de yüzlerce insanı maskesiz olarak bir araya toplayıp, protestolar yapacak kadar da densizleşmişler. Üstelik profillerine bakınca; çoğunluğun entel, dantel, hatta iyi eğitimli olduklarını da gözlemlersiniz. Bizde şimdilik o tür anormallikler, protestolar şükür ki yok. Tek-tük fevri davranış sergileyen olsa da, onlarla kıyaslanamayacak kadar önemsiz.
Hasıla iyi gidiyoruz desem de; hastalığın şahlandığı bu günlerde özellikle İstanbul'da bazı semtlerde denetimin artırılması ve yaptırımların kesinlikle daha acımasız uygulanması elzem bana kalırsa. Özellikle yabancı uyrukluların yoğun olarak yaşadığı ve şehrin en kalabalık merkezi yerlerinden olan; Aksaray, Millet Caddesi, Laleli, Kumkapı, Yenikapı, Zeytinburnu hatta Vatan Caddesindeki Emniyet Müdürlüğünün yakın civarı. Suriye uyruklu vatandaşların yoğun işyeri açtığı halka açık yerler, işyerleri, mekanlar, ayaküstü durdukları kaldırımlar...
Oralardaki hal artık giderek başlarda bahse konu ettiğim morgda çalışan arkadaşın psikolojisine bürünmeye başlamış gibi. Kovid-19 ile sarmaş dolaş gezmeler, ya da onu gezdirmeler! Tınmama... Kurallara uymama... Uyardığında kavgalar, sataşmalar. Türkiye'nin metropol niteliğindeki en büyük şehrinde bu salgın iyice yayıldığında (Allah muhafaza) baş etmek çok kolay olmasa gerek.
Üstelik Sağlık Bakanlığı yetkilileri ve doktorlar, sağlık çalışanlarımız hepimiz için bu kadar fedakarlık yaparken birilerinin böyle vurdum duymaz tavırlar içinde olması hiç de hoş bir şey değil. Hepimize de saygısızlık. Bu işin üstüne üstüne kanuni yaptırımlarla daha bir gitmek elzem... İnsan, ülke ayrımı gayrımı yapmam ama bu bariz örnekler benim net gözlemlediklerim... Sağlıcakla kalın...