Kurtuluş Savaşımızın ardından kurulan Cumhuriyetimizin demokratik olgunluğa erişmesi için bir hayli zaman gerekti.
1923’den itibaren Serbest Fırka ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası denemelerinin de içinde bulunduğu “romantik” bazı açılımlara rağmen 1946 Seçimlerine kadar kurucu irade tek başına 4-5 yılda bir seçim formalitesini sıkıntısız atlatmaktaydı.
Hâli vakti yerinde, paşa dedesinden (Hacı Ali Paşa) kalan geniş arazileriyle (Çakırbeyli Köyü/Çiftliği) geçimini sağlayan, Aydınlı bir milletvekili olan Ali Adnan MENDERES’in öncülüğünde kurulan Demokrat (Demir-kırat) Parti siyaset meydanında yer alana kadar da bu rahatlık devam etti.
“Üzerinden 72 yıl geçmiş sen neden bahsediyorsun?” sorusu için cevabım yazının içinde lütfen sabırla okumaya devam ediniz. (Bugün Fenerbahçe “Cumhuriyeti”nde yaşanan olayları tahlil ederken bu dipnota ihtiyacımız vardı.)
Aynı Adnan Bey gibi Ali KOÇ da nispeten “tuzu kuru” ve hatta “beyaz Türk” diyebileceğimiz bir sosyo-ekonomik “sınıf”a ait. Ülkenin önde gelen girişimci, sanayici ve tüccar ailesinin bir mensubu. Bu işlere hiç bulaşmayıp, başını ağrıtmadan, etliye sütlüye karışmadan işine-gücüne baksa milyon dolarlarına milyon dolarlar eklese rahat rahat yaşar giderdi. Amma ve lâkin; Adnan Bey’de gördüğümüz “aristokrat idealizmi” diye tarif edebileceğimiz hassasiyet Ali KOÇ’da da mevcut. Ailenin bilinen muhalefetine rağmen kendince iyi bir şeyler yapma uğraşı içinde.
Normal şartlar altında böyle bir iş insanının böyle -görece- basit işlere talip olması alışıldık şey değildir. İtalya ve İngiltere’de örneği görülen iş insanı-spor kulübü yöneticisi bileşimi ancak sahiplikten dolayı olmaktadır. Kulübün sahibi olan aile veya kişi aynı zamanda yönetici olabilmektedir oralarda. Juventus-Agnelli Ailesi ve Abramowitsch-Chelsea örneklerinde olduğu gibi.
3 Temmuz sürecinde kulübü ayakta tutan ve direnen birkaç dinamikten birisi de Ali KOÇ olduğu halde bugün mevcut yönetim tarafından bunun göz ardı edilerek “bölücülük”le itham edilmesi trajiktir. Son on yılda iki kez (2010-11 ve 2013-14) şampiyon olabilen bir yapının, 60 gün sonra yapılacak seçimlere tekrar adaylığını koyabilmesi bile başlı başına “cesaret” örneğiyken, gelinen noktada üye-delege yapısında sağladıkları kemik yapıya güvenerek “en kralına maden suyu” diyebilmekteler.
1947 yılında yapılması gereken Genel Seçimler için, Ocak 1946’da kurulan bir partinin (Demokrat Parti) Haziran ayında değişen seçim sistemi ile Temmuz ayında yapılan seçimde başarılı olması zaten pek mümkün değilken, bir de “açık oy-gizli tasnif” gibi “oldukça” demokratik (!) bir kural getirilmesi “müesses nizam”ın seçim sonuçlarını garantisi olmuştur.
Ali KOÇ’un da bugün uğraştığı yapı aynı derinlik ve nüfuziyettedir. Balotaj Kurulu’nun kontrol edilmesi ile üye-delege yapısı istenilen kıvamda tutulmaktadır. Mevcut yönetime oy verme garantisi veren eş-dost-tanıdık (GS ve BJK’liler dahi) rahatlıkla oy deposuna ilave edilmektedirler.
Delege yapısının istenilen kıvama gelmesi ile yetinmeyen mevcut yönetim, algı ayarlarının istediği yönde pekiştirilmesi için de daha modern enstrümanları (İnci Sözlük/Andy-Ar Faruk ACAR) sahaya sürüyor. Sosyal medyada yüzlerce troll hesaptan (twitter-instagram-facebook) hedeflere bombardıman ediliyor.
Taban ne derse desin, tribünler, sokaklar ne derse desin 3 Haziran’da ’46 Seçimleri benzeri bir sonuç bizleri bekliyor. Bütün işaret ve alâmetler bunu gösteriyor. Tabanda kazanıp, sandıkta kaybeden bir Ali KOÇ’un sonraki seçime tekrar aday olmasına ise Aile dengeleri açısından ihtimal verilmiyor.
Daha iki ay gibi oldukça uzun bir süre var, siyasette bir gün bile uzun bir süre olarak görüldüğü için ufak bir ihtimal bulunmakla beraber ağırlıkla Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli gibi gözüküyor.
İyi bir hafta diliyorum.