15 Temmuz darbe girişimi gibi bir travmanın hemen sonrasında "taarruz ruhu konsepti çerçevesinde" geliştirilen mücadele sistematiğinde, Türk Askerinin zorlu şartlarda ortaya koyduğu irade, cesaret ve fedakârlık çok iyi okunmalıdır.
Çünkü Mehmetçik, o günden beri, dur durak bilmeden, dağ-bayır demeden PKK/YPG ve IŞİD başta terörün her türlüsü, hamisi ve ardıllarına karşı amansız bir mücadelenin içindedir.
15 Temmuz’un gösterdiği ve neden olduğu risk ve tehdit katmanlarında; dağda ve küresel etkinin sınırımızın hemen ötesindeki mayın tarlalarında YPG/PKK ve IŞİD ile mücadele kararlılıkla ve örnek başarılarla sürdürüldü. Mehmetçik’le mücadele etmeye cüret eden bu aparat güçler, bunun bedelini gerek yurt içinde gerekse yurt dışında tarihlerinde yedikleri en büyük sopalarla ödedi, ödemeye de devam ediyorlar.
Tam da iki sene önce ‘bugün’ başlayan Fırat Kalkanı harekâtı bunun örneklerinden birisiydi.
Sonrası Afrin-Zeytin Dalı Harekâtı günleridir ki; açıkçası 2. Dünya Savaşı sonrası görülen en tahkimatlı mevzilerde, dış güçlerden aldığı desteğin her yönüyle ayan beyan ortaya çıktığı mücadelede, PKK/YPG, Güvenlik Güçlerimizin karşısında tarumar olmuştur. Dünyaya örnek bir mücadelenin sergilendiği Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatları sonucunda bölgeyi esas ev sahipleri devralmış ve her iki alan da bugün birer güven adası ve cazibe merkezi olarak ortaya çıkmıştır.
Yurt içi ve ötesindeki terörle mücadele ise, kurumlar arası etkin bir koordinasyonla, her yönüyle takdire şayan bir şekilde devam ediyor. Hatta Irak tartışmalı bölgelerinde faaliyet gösteren kırmızı listelerdeki (derinlikteki) terörist elebaşları bile, bir bir listelerden siliniyor.
Bütün bunları vurgulamaktaki gayem, yapısal değişiklikler üzerinden TSK’nın emir komuta yapısına, yeni hiyerarşik bağlantılarına getirilen haksız eleştirilerle ilgilidir. Şu gerçeğin altını çizmek gerekir:
Karar verici asıl unsur millettir.
Millet tercihleri doğrultusunda vekaletini siyasi karar vericilere verir ve kendi adına devleti yönetmesini ister.
TSK’da siyasi karar vericilerin kararları doğrultusunda görevini en iyi şekilde yapar, yapmaya çalışır.
15 Temmuz Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıkları Milli Savunma Bakanına bağlandı. Burada Genelkurmay Başkanının görevleri, yetkileri açıkça belli. Başta mücadele alanları olmak üzere, dev dişlinin işleyişinde, görevini yerine getirişinde ve etkisinde herhangi bir zafiyet ya da hassasiyet görünmüyor.
Aksine kuvvet bileşenleri, kuvvet çarpanları ve moral değerlerde ortaya çıkan gelişmeler etki-irade ve caydırıcılığı gün be gün arttırıyor.
Sonuçları da sahada kendini gösteriyor.
Konunun bir başka önemli boyuta daha var. Türkiye’nin Milli Savunma yapılanması 1924’den beri en az 5 defa çok önemli değişikliklerle karşılaşmış. Mevcut konjonktür ve şartlara bağlı olarak şekillenen bu yapılanmalarda;
1924-1944 arası Genelkurmay Başkanlığı doğrudan Cumhurbaşkanlığına bağlı.
1944-1949 arası Genkur, Başbakan üzerinden CB’a bağlı.
1949-1961 arası Genkur, MSB üzerinden Başbakan’a oradan CB’a bağlı.
1961-2016 arası Genkur, Başbakan üzerinden CB’a bağlı.
2016-2018 arası Genkur, ‘kuvvet komutanlıkları MSB’ye bağlı olmak üzere’ Başbakan üzerinden CB’a bağlı.
2018 ve devamı: Genkur MSB üzerinden CB’a bağlı.
Tarihi süreç içinde de konuyla ilgili arayışlara devam edildiği göze çarpıyor.
PKK, TSK’nın Sincar’da etkisizleştirdiği Zeki Sincari’nin ÖLÜSÜNÜ BİLE SATMIŞ!
Kaynaklar; “cenaze kalabalık gözüksün diye” Mahmur başta insanların ZORLA cenazeye getirildiğini, ABD himayesine rağmen ELEBAŞLARIN KORKUDAN CENAZEYE KATILAMADIĞINI, örgüt içi huzursuzluğun hat safhaya çıktığını, “EN ÜST DÜZEY BİLE BÖYLESİNE SATILIYORSA BU NEYİN MÜCADELESİ” dendiğini aktarıyorlar.
Herifi resmen satmışlar.
Ölüsünü satan dirisine ne etmez ki!
Ne kavgalar, ne kavgalar.