Bâzı siyâsî figürlerin ve figüranların ancak iki sene sonra "destan" dediği 15 Temmuz, şehitleriyle, yaralanan binlerce ve yara almayan milyonlarca gâzisiyle bize çok şey öğretmektedir.
Pazar günü, 15 Temmuz’un ikinci yıldönümüydü. Hâin bir kalkışma ve işgâl girişimi olarak plânlanan ve başlatılan darbe, “geceye yenilmeyen” millet olarak bizlerin dirâyetiyle emeline ulaşamadı.
Allah yolunda can veren şehitlerimizin ölümsüzlüğünde ölümün öldüğü, korkunun korkup kaçtığı o gece (teşbihte hata olmaz) âdeta millî bir Kadir Gecesi gibidir ve bin ay anlatılsa bitmeyecek târihî bir olaydır.
Bâzı siyâsî figürlerin ve figüranların ancak iki sene sonra “destan” dediği 15 Temmuz, şehitleriyle, yaralanan binlerce ve yara almayan milyonlarca gâzisiyle bize çok şey öğretmektedir. Burada bunlardan sâdece ikisini yazacağım.
1- Korkmamak!
Korkunun korkup kaçtığı 15 Temmuz gecesi, bu milletin korkmazsa neler başarabileceğinin ispat edildiği ve tescillendiği gecedir.
Cumhuriyetimizin kurucu metinlerin biri olan İstiklâl Marşı’mızın ilk kelimesini hatırlayalım: Korkma!
Korkmayan birine “korkma” denmez. Mesela yüzünde tebessüm olan veya kahkaha atan birine “korkma” demeyiz. Ya da ağlayan birine “korkma” demeyiz. Konuşmayan birine “sus”; oturan birine “otur”; ayakta duran birine “kalk” demeyiz. “Korkma” hitâbında, korkutulmuş ve korkmuş birini veya birilerini teskin etme ve cesâretlendirme amacı vardır.
Mehmet Âkif Ersoy’un kaleminden dökülüp târihimize yazılan bu sesleniş, rastgele bir seçilmiş bir kelime değildir. Bu seslenişin muhatabı olan millet, son otuz yılı kesintisiz olmak üzere, yüzyıldan uzun bir süre korkutulmuştur. Kendine güvenini kaybetmiştir. Şanlı târih unutulmuştur. Kaybedilen her toprak parçası, bu korkuyu arttırmıştır. Elde kalan Anadolu da işgâl edildiğindeki ölüm-kalım mücâdelesinde bu korku, artık tahammülün sınırına gelmiştir. Bundan sonrası kaybedecek bir şeyin kalmadığı “vatansızlık”tır.
Bu korku, Cumhuriyet kurulduktan sonra azalmış ama bertaraf edilememiştir. “Türk! Öğün, Çalış, Güven” gibi benzer hitaplar da amacına ulaşamamıştır. Korkmuş insanlar, madde plânında kurtulsa da, mânevî ve psikolojik olarak cesâretlerini toplayamamışlardır. Cesâret toplama ve millî özgüveni yeniden inşa etme çabaları, 1960, 1971, 1980, 1997’de yapılan darbelerle engellenmiştir. Korku, yeniden hâkim duruma getirilmiştir.
Ancak 15 Temmuz’da, İstiklâl Marşı’nın bu ilk kelimesini bir emir bilen millet, korkuya yenilmemiş ve mâkus tâhilini yenmiştir. Bu gâlibiyetle, 15 Temmuz’a “tiyatro” diyenlerin beslendikleri “korku filmi” bitmiştir. Millet, korkmazsa neler başarabileceğini hem bizzat görmüş, hem de dosta ve düşmana göstermiştir. Korktuğu sürece insanca yaşamayacağını senelerdir tecrübe eden millet, korkmamanın açtığı kapıdan yeni bir çağa girmiştir.
Son iki senede özellikle askerî teknoloji ve terörle mücâdelede alınan mesâfede, sayısız başarı ortaya çıkmıştır. Bunlar, millî özgüvenimizi besleyen gelişmelerdir. Yerli ve yabancı vesâyet odaklarının engellemelerine rağmen, son on altı yılda alınan bu mesâfe, bu engellerin azalmasıyla katlanarak artacaktır.
2- Ortak Hedef
Lafa gelince “kutuplaşma”, “ötekileştirme”, “ayrıştırma” gibi ithâl kavramları, mesnetsiz bir muhalefet aygıtı olarak kullananların yapıcı bir tavır koyduğunu görmek, bu aziz millete ne yazık ki kısmet olmamıştır. Eleştirdikleri yanlışları düzeltme yolunda çözüm ya da çâre üretemeyenler, ortak hedef koymayı kirâya verdikleri akıllarından bile geçirmemektedir.
15 Temmuz gecesi sokağa çıkan ve ardından demokrasi nöbetlerini tutanların ne kadar farklı sosyolojik tabanlara mensup olduğunu gördük. Aynı manzara, Pazar günü 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nde toplanan milyonlarca insanda da görülüyordu. O gece kimisi abdest alıp, kimisi içki masasından kalkıp sokağa çıkmıştı.
Yıllarca hedefi gösteren ellere bakıp hedefi göremeyen kesimlerin bölünmüşlüğü, 15 Temmuz gecesi ortadan kalkmıştır. O gece hedef, vatanı ve devleti korumak ve kurtarmaktı. Bu hedef, farklı kesimlerden gösterildi ama aynıydı.
Bu hedef, bâzen “muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmak”, bâzen “2023” ya da “2053”, bâzen “yerli otomobil”, bâzen de “500 milyar dolar ihracat” olabilir. Önemli olan hedefi gösteren parmak değil, hedefin kendisidir.
Onca siyâsî, dinî, sosyal ve ekonomik farklılığına rağmen, 15 Temmuz’da bu millet, farklı araçlarla aynı hedefe gidilebileceğini gördü ve yaşadı.
Varsın vesâyet odaklarının kalıntıları, 15 Temmuz’a “senaryo” veya “tiyatro” iftirâlarını atsın. Varsın bu hâinliği yapıp da fâre gibi müebbet hapse tıkılanlar, kurutulacakları günün beyhûde hayâlini kursunlar. Varsın birileri insan hakları kılıfı ile vatan hâinlerine duyduğumuz ve hiç sönmemesi gereken kinimizi soğutmaya çalışsın. 15 Temmuz 2016’da darbeye dur deyip, iki yıldır bu destânı meydanlarda kutlayanlar, hedef birliğinin değerini görmüşlerdir.
Eşsiz Bir Cevher
Korkmamayı ve hedef birliğini öğrenen milletimiz, içinde gizlenmiş, derinlerinde kalmış ya da üstü kasten örtülmüş bir cevhere sâhip olduğunu 15 Temmuz’da gecesi idrak etmiştir.
Bu cevher, bir deprem ya da başka bir doğa olayı ile ortaya çıkan yeraltı zenginlikleri ya da târihî eserler gibi, 15 Temmuz’un şerrinden hayır olarak ortaya çıkmıştır.
Bu cevher, cesur ve hedefi olan milletimizin en değerli hazinesidir. Bu cevher, bu milletin öz malıdır; ana sütü gibi helâlimizdir. Kullandıkça ve işlendikçe artan bu cevher, dünyâda çok az millete nasip olur. Çok şükür ki, bize de nasip olmuştur; kıymetini bilmemiz gerekir.