Dünya Kupası 2018; birbirinden güzel maçlar, enteresan sonuçlar, parıldayan yıldızlar vs. ile devam ediyor. Bugün ve yarın gruplarda ikinci maçlar tamamlanacak ve az-çok üst tura çıkacak kalifiye olanlar belli olmaya başlayacak.
3-4 puanı olanlar Pazartesi günü başlayacak son maçlardan da puan/puanlar almanın derdine düşecek, belki averaj hesapları devreye girecek, belki bazı iri kıyım takımlar erkenden turnuvaya veda etmemek için farklı arayışlara girecekler. (1982 İspanya’da Almanya’nın son maçta Cezayir yerine Avusturya’yı üst tura taşıdığı tarihi bir gerçektir.)
Teknik direktörlerin taktik hamleleri kadar futbolcuların da istekli ve arzulu oluşu seyir zevki yüksek maçlar izletiyor futbolseverlere. Görece zayıf takımlar bile katı defans yapmak yerine oyuna ortak olmaya gayret ediyorlar. Kimse otobüsü ceza sahasının önüne park etmenin derdinde değil şimdilik. Suudi Arabistan da, Panama da güzel güzel oynamaya çalışıyor. (Belki biraz Polonya şaşkınları oynadı, ne yapmaya çalıştıklarını anlayan olmadı.) Kaos futbolundan, oyun oynama keyfine doğru bir gelişim seziliyor yeni dünya futbol trendleri açısından.
İngilizlerin yeni koçu Garreth SOUTHGATE’in 3-3-2-2 gibi değişik bir dizilişle takımını sahaya çıkartması ileriki zamanlarda belki daha iyi analiz edilebilecek. (Meşhur futbol düşünürü Marcelo BIELSA’nın deneysel futbol kurguları olan 3-3-1-3 ve 2-2-2-2-2’sini tartışır durur romantik futbolseverler.) Meksika’nın ilginç ve oldukça entelektüel hocası Juan Carlos OSORIO’nun rakip analizi ve buna uygun oyun kurgusu da ilginç yeniliklerden. Takipçisi çok olacağa benzer.
Tribünler deseniz rengârenk, herkes eşit ve rakibine saygılı gerçekten “respect” yani. Herkes kendi işine bakıyor, “rakibini küçültürsen sen de küçülürsün” motto olmuş zihinlerde. Sözün özü esas zihniyet devrimi oralardan başladı ve ne güzeldir ki hızla yayılıyor. Polonya-Senegal ve Japonya-Kolombiya maçlarından sonra biri diğerinden bağımsız aynı erdemli hareketi gördük tribünlerde. Hem Senegalli seyirciler, hem de Japon seyirciler farklı farklı stadyumlarda aynı aksiyonu aldılar; maç sırasında ürettikleri çöpleri toplayıp poşetlere doldurarak bir medeniyet dersi verdiler tüm dünya milletlerine. Japonlar bu konuda zaten “üstad” seviyesindeler. Onlara, “Kara Kıta” diye söylenen Afrika’dan Senegal gibi bir ülkeden benzer bir eylemle katılan seyircileri görünce bizim aklımıza hemen Güzel ve Şanssız Ülkemiz geldi.
Bırakın, stadyumlarda veya spor salonlarında üretilen çöpleri toplayıp ortalığı tertemiz bırakmayı, daha biz elimizdeki çöpü çöp kutusu yerine sokağa atma huyunu terk edebilmiş değiliz çoğunlukla. İsterseniz piknik alanlarımızın ve halk plajlarımızın Cumartesi-Pazar akşamları ne halde olduğunu bir hatırlayın. Geçen sene Bolu Mengen’deki İnter-rail Kampı ertesindeki çöp dağları -hem de eğitimli olduğu var sayılan- 8 bin kişilik bir kitlenin ardında bıraktığı doğa enkazı (kırılan ağaçlar/dallar, kirletilen gölet, bozulan doğal denge, hasar gören kuş yuvaları vs.) hafızalarımızda tazedir.
Belki de güzel futbol için gereken güzel ortam ihtiyacına buralardan başlamamız gerekiyor, zihniyet devrimi istiyorsak.
Piyasa şartlarında; arzın talebe göre şekilleneceği gerçeğinden hareketle, hepimizin daha güzel bir Türkiye’de yaşamak için önce kendimizi ve çevremizi daha ideal bir bakış açısına göre yeniden inşa etmemiz gerekiyor. Futbolun/sporun kavga-döğüş için değil dostluk ve eğlence için olduğunu unutmadan.
“Güzel bir hafta sonu dileklerimle” yazıyı bağlamadan ufak bir hatırlatmada bulunmak istiyorum: Vatandaşlık görevimiz için yarın mutlaka sandığa giderek oyumuzu kullanalım.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz. dediği gibi; “Görelim Mevlâ Neyler? Neylerse Güzel Eyler…”