Gelecekte bugünler târih olup isim verilmeye kalkıldığında geçmiş çağlara birer isim vermek kadar kolay olmayacaktır.
Târih derslerinde belirli yıllar arasındaki zaman dilimlerine adlar verildiğini öğreniriz. Yüzbinlerce yıl öncesinden başlayıp Milâdî takvime kadar sıralanan Paleoletik Çağ, Mezolitik Çağ, Neolitik Çağ Kalkolitik Çağ ve Mâden Çağı gibi târih öncesi çağlardan sonra, İlk Çağ, Orta Çağ, Yeni Çağ gibi çağlarla birlikte günümüzde yaklaştıkça, aynı yıllara denk gelen dönemlerin farklı sebeplerle farklı isimlerle adlandırılma olgusu ortaya çıkmıştır.
Sanayi Çağı’nın başlamasıyla ortaya çıkan bu “çok isimli” adlandırma günümüzde ihtiyaç duyulan ayrıntılı bilgi sebebiyle daha da ayrıntılı hâle gelmiş ve aynı zaman diliminde yaşayanların “Y Kuşağı”, “Z Kuşağı” gibi tanımlamalarla sınıflandırılma hâlini almıştır. Köklerinde “sınıflı toplum” yapısına sâhip olan Batı kültürü, dünyâyı tahakkümü altına aldığı için bu ontoloji artık normal karşılanmakta ve hatta kaçınılmaz bir hâl almış durumdadır.
Ancak bugüne baktığımızda çağımızı tek bir isim veya tanımla adlandırmak pek de mümkün değildir. Gelecekte bugünler târih olup isim verilmeye kalkıldığında geçmiş çağlara birer isim vermek kadar kolay olmayacaktır.
Gelecekten bugüne bakarsak
Bir an bir bilim-kurgu filmi senaryosu yazdığımızı ve 2120 yılındaki insanların günümüz ilgili konuşurken bugünleri nasıl ve isimlerle tanımladığını tahmin etmeye çalışalım. Bence günümüzde “olmazsa olmaz” zannettiğimiz birçok şey belki müzelere konulmayacak kadar önemsizleşecek. Ama bunun yanında, küreselleşme sebebiyle dünyânın her ülkesinde benzer isimlerle adlandırılmış olan toplumsal sınıflar göreceğiz. Bu sınıfları en belirgin ayrımı da ekonomi temelli olacak. Belki yüz yıl sonra da ikinci bir Karl Marx çıkıp, şu anda aklımızın ucundan geçmeyen teorilerle bugünleri anlamaya ve tanımlamaya çalışacak.
Marx, kendi döneminin Avrupa’sının sosyolojik buhranını teşhis etmek için ekonomi açısından bakarken belki elinde günümüzdeki kadar veri ve gözlem şansı yoktu. En azından Sanayi Devrimi sâdece Avrupa’da idi ve sonuçları farklı coğrafyalardaki farklı toplumsal yapılarda test edilmemişti.
Şurası, tartışılırken çok kolay bir fikir birliğine varacağımız bir noktadır ki, insanlık târihi ne târih öncesinde ne de daha sonraki dönemde bu kadar ekonomi merkezli yaşanmamıştı ve bu kadar ekonomi yorgunu olmamıştı. Bu yorgunluğa ne kadar dayanabiliriz, bunu kestirmek maalesef mümkün değil. Ya bâzı insanlar ve toplumlar bu ekonomi yorgunluk yüzünden hiç kimsenin umurunda olmadan yok olup gidecekler ya da topyekûn bir tepkiyle yeni bir yaklaşım ortaya koyacağız.
Ekonomi yorgunluğu fakirlikten değil
Şimdi “ekonomi yorgunluğu” tâbirini okuduğunuzda “hayat pahalılığı”, “küresel ekonomik kriz”, “tedârik sorumları”, “hammadde sıkıntısı”, “yüksek döviz kuru”, “ekonomik büyüme”, “yabancı fonlar”, “küresel sermâye” ve benceri alıcı kuşlar gibi tepemizde dolaşan ve maalesef günlük dilimizi işgâl eden tâbirler aklınıza gelmiş olabilir. “Alım gücünün azalması” ve “fakirleşme” gibi kavramlar da bu tâbirlerin peşine takılır. Zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olduğuna dâir iddialar daha inandırıcı hâle gelebilir. Tüketim hız kesmeden artarken, insanların nasıl oluyor da fakirleştiğine anlam veremiyor olabilirsiniz. Türkiye’nin de içinde olduğu bâzı ülkelerin ekonomik büyüme eğrileri yukarılara çıkarken ve dünyâki mal ve hizmetler artarken “fakirleşme” kavramıyla ne kastedildiği sorusunu cevap vermek giderek zorlaşabilir.
Ekonomi yorgunluğunun sebebi “ekonomik kriz yok” diyenlerin zengin; “battık” diyenlerin ise fakir olması da değildir. Bu yorgunluğun sebebi, hiç işimize yaramayacak olmasa da birçok ekonomi yorumuna ilgi duymamız ve müdahale etme imkânımız olmasa da birçok kişinin 7/24, ülkenin ve dünyâdaki ekonomi haberlerini tâkip etmesidir.
“Zenginin parası züğürdün çenesini yorar” sözünde vurgulanmak istenen gereksiz ve yersiz ilgi, ekonomi yorgunluğunun baş sebebidir. Fakirlik de elbette olumsuz ve giderilmesi gereken bir durumdur. Ancak fakirlik, çalışarak ve kazanarak üstesinden gelebileceğiz, kas yorgunluğuna benzeyen bir olumsuzluktur; dinlenince geçer. Ancak zengin olsak da içine düştüğümüz ekonomi yorgunluğu, psikolojik bir rahatsızlık gibi dinlenmekle giderilen bir sorun değildir. Aksine uykumuzu kaçıran saplantılar ve takıntılar gibi kişiyi psikolojik olarak ve toplumu sosyolojik olarak tâkatsiz bırakır.
Makyaj yaşı gibi ekonomi yorgunluğu yaşı
Çocuk gelişimi uzmanları kız çocuklarının erken yaşlarda yetişkin kadınlar gibi makyaj yapmalarının sakıncalarına dikkat çekerler. Bir diğer sakıncanın da sigara, alkol ve cinsellik yaşının ilkokul seviyesine inmesi olduğunu vurgularlar. Ama bu uzmanların hiçbiri henüz, oyuncaklarıyla oynaması gereken yaştaki küçük çocukların bile ekonomi konularına ilgi göstermesinin ve bu haberlere mâruz bırakılmasının sakıncalarına değinmedi. On, on iki yaşındaki çocuklar hem kendi aralarında hem de büyükleriyle döviz kurundan, dış ticâret açığından, enerji darboğazından konuşuyorsa, ekonomi yorgunluğu erken yaştaki içki, sigara ve cinsellik kadar toplumsal bir tehlike ve tehdit hâline gelmiş demektir.
Sohbet ortamlarında lafın dönüp dolaşıp muhakkak geldiği din, futbol ve siyâset üçlüsünün siyâset kanalı, yeni bir dal çıkartarak ekonomi konusunu güncelleştirmiştir. Bu, elbette yaşı ve bilgi birikimi uygun olanların ilgilenmesi gerekecek kadar önemli ve hassas bir sorundur. Zira ekonomi, mutfakta kaynayan tencereden dev sanayi tesislerin işletilmesine kadar geniş bir zemine ve öneme sâhiptir.
Ancak ekonominin bu önemi, toplumu yoracak ve sağlıklı düşünemeyecek hâle getirilmemelidir. Bu yanlış, bir taraftan ekonomik sorunlara tepkisizleşmeye sebep olurken, diğer taraftan ilgilenilmesi gereken başka konuların ihmâl edilmesine zemin hazırlamaktadır. Örneğin, ameliyathânenin önünde bekleyen hasta yakınlarının çokluğu, ameliyatın başarılı geçip geçmemesini etkilemez ve hastanın kurtulmasını sağlamaz. Aksine tek bir şom ağızlının söylediği olumsuz sözler diğer insanların moralini bozmaya yetebilir. Oysa o hastanın yakınlarına maddî ve mânevî destek verilmeli, güçlü olmaları sağlamalıdır. Ameliyathânenin önünde veya hastanede bekleyenlerin bir arada bulunmasının amacı yıkıcı değil yapıcı olmaktır.
Gereksiz ve çoğu olumsuz konuşmaların bizim moralimizi bozmasına izin vermediğimiz gibi, enerjimizi yiyip bitiren konuların başında gelen ekonomi ile fazla ilgilenmeyi bırakıp yorgunluktan kurtulmak için bir an önce adımlar atmalıyız.