Para karşılığı eğitim veren vakıf üniversitelerinde uzun zamandır çok ciddi sıkıntılar yaşanıyor.
Para karşılığı eğitim veren vakıf üniversitelerinde uzun zamandır çok ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Bu sıkıntılar üniversitelerin patronları olan mütevelli heyetleri ile işçileri konumunda olan akademisyenler arasında geçiyor. YÖK ise bu davada hem hakem hem de akademik kaliteden sorumlu kurum olarak çok büyük bir sınav veriyor..
Akademisyenlerin Davudoğlu’na olan sempatisinin nedeni
Bu konuyu bir anımla girmek istiyorum. Yaklaşık 8 yıldır Akademik Bakış adında bir program yapıyorum. Genelde radyo ve dijital medyada yayınlanan program bazı dönemlerde televizyon mecrasında da yayınlanıyor. Bu programıma yüzlerce akademisyen konuk oldu. İster istemez program aralarında havadan sudan konulardan da konuştuk. Laf ister istemez akademisyenlerin özlük haklarına da geldi. Dikkatimi çeken bir şey oldu. Nerdeyse tüm akademisyenler Ahmet Davudoğlu’nu övdü. Hepsi de bana onun başbakan olduğu dönemlerde akademisyenlerin maddi ve manevi haklarının düzeltildiğini ve özellikle maaşlarının iyi seviyelerde olduğunu söylüyordu.
Araştırdım ve gerçekten de AK Parti’de Davudoğlu döneminde akademisyenlere çok iyi zamlar yapıldığını gördüm. Öylesine maaş iyileştirmeleri yapılmış ki (ben de bir akademisyenim ama ben o dönem yarı zamanlı çalıştığım için bunu yaşama şansım olmamıştı) akademisyenler o dönemi yere göğe sığdıramıyordu.
Devlet üniversitelerinde çalışanlar çok şanslı
Bugün Türkiye’de 131 tane devlet, 78 tane vakıf üniversitesi var. Toplamda 180-190 bine yakın akademisyen, öğretim elemanı ya da sokaktaki deyimi ile “hoca” var. Bu hocaların büyük bir bölümü devlet üniversitelerinde çalışsa da hatırı sayılı bir bölümü de bu paralı eğitim veren üniversitelerde çalışıyor. İşte maçın başladığı nokta bu.
AK Parti iktidarı -hakkını vermek lazım- devlet üniversitelerinde çalışan memur akademisyenlere güzel paralar veriyor. Özellikle son iki yıldır, altı ayda bir enflasyona paralel zamlar yapıyor ve devlet üniversitelerinde çalışan hocaların ekonomik statüsünün düzelmesine ciddi katkılarda bulunuyor. Akademik araştırma yapmak isteyen akademisyenlere teşvikler veriyor, araştırmalarının masraflarını ödüyor. Özetle akademisyenlere “araştırın, çalışın ben de size elimden geldiği kadar destek olayım” diyor. Bu desteğin yeterli olup olmadığı ayrı bir konu ama ortada ciddi bir iyi niyet var.
Vakıf üniversiteleri yan çiziyor
Devlet üniversitelerinde az çok iyi bir refah seviyesi varken, öğrencilerden para alan ve arkalarında birer vakıf olan paralı eğitim veren üniversiteler AK Parti iktidarının devlet üniversitelerinin çalışanlarına sağladığı bu imkanları sağlamıyor ve yan çiziyor. Vakıf üniversitelerinde çalışan akademisyenlere düşük maaşlar veriyor, akademik çalışmalarda teşvikler vermiyor. Adeta onlara ucuz işçi muamelesi yapıyor. Mesela bir devlet üniversitesinde 8 bin lira maaş alan bir akademisyene vakıf üniversitelerinde 4 bine kadar düşen maaş veriliyor. Yani bu üniversiteler akademisyenlerine vermeleri gereken maaşların nerdeyse yüzde 50 eksiğini vermeye başladı. Yılda bazen bir kez zam yaptılar, bazen iki yılda, üç yılda bir zam yaptılar. Ek dersler için para ödemediler, ek derslerle katı sözleşmelerle akademisyenlere ağır bir işçi muamelesi yapmaya başladılar.
Bu yaşanan adına ne derseniz deyin ama tek kelime ile “hak gaspı” olan tutum karşısında oluşan kamuoyu sonucunda 15 Nisan 2020’de 7243 nolu Yükseköğretim kanunu yürürlüğe girdi. Bu kanun “Vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışan öğretim elemanlarına, unvanlarına göre devlet yükseköğretim kurumlarında ödenen ücret tutarından az ücret veremez” dedi ve paralı eğitim veren üniversitelerde çalışan akademisyenlerin aldığı maaşların devlet üniversitelerinde çalışan akademisyenlerle eşit olması gerektiğine vurgu yapıldı.
2020 yılında çıkan bu kanun uygulanmadı. Öğrencilerinden takır takır paraları alan üniversiteler, 7243 nolu yasa gereği yapmaları gereken maaş düzenlemelerini yapmadı. Bunu kurumlarına soran akademisyenlere de verilen cevaplar “canın isterse, kapı orada” yanıtları verildi. İki sene içinde devlet üniversitelerinde çalışan araştırma görevlilerinin, doktor öğretim üyelerinin, doçentlerin, profesörlerin maaşları adeta eridi. Aynı unvana sahip bir öğretim üyesi devlet üniversitesinde 2 lira alırken vakıf üniversitelerinde 1 lira almaya başladı.
Bunun sonucunda ne oldu?
Para verip eğitim alan öğrencilere daha iyi akademisyenlerle daha iyi eğitim vermeyi vaat eden çoğu vakıf üniversitesinde eğitim gören öğrenciler mutsuz, dersini angarya veren ve işinden kovulma korkusu içinde olan, mobbingler içinde boğulan akademisyenlerden ders almaya başladı. Bu tablo Türkiye’de faaliyet gösteren vakıf üniversitelerin yaklaşık yüzde 80’inde yaşanıyor. Elbette sayısı az da olsa akademisyenlerine hak ettikleri maddi ve manevi hakları veren vakıf üniversiteleri de var. Ama maalesef sayıları çok az.
Bu tablo sonucunda devlet üniversitelerine geçmeyi başarabilen akademisyenler vakıf üniversitelerinden ayrıldı ve kamu üniversitelerine geçiş yaptı. Son üç yılda çevremdeki herkesten en çok duyduğum cümle “Vakıf üniversitelerinde çalışılmaz, devlet üniversitesinde çalışmak gerekir” oldu.
Liberal bir ekonomi de insanlar serbest piyasada çalışmaktan zevk alırken Türkiye’de yüksek eğitimde çalışanlar kamu personeli olmak için can atmaya başladı. Ortaya saçma sapan bir pazar yapısı çıktı.
Vakıf üniversiteleri öğrencilerden burslu dahi olsa en az on bin lira para alıyor. Cirolarını hesaplarken o kadar sıfırlı rakamlar ortaya çıkıyor ki üslü sayılarla hesap yapabiliyorsunuz. Bu vakıf üniversitelerinin pek çok vergi avantajı var, onları destekleyen birer vakıf var, öğrencilerden her yıl topladıkları bir ciro var ama hala öz kaynakları, ana sermayeleri konumunda olan öğretim görevlilerine “amele” muamelesi yapıyor. Bu kabul edilebilir bir olay değil.
YÖK’ün başının etini yiyen patronlar
Paralı eğitim veren vakıf üniversitelerinin büyük bir bölümünün mahallelerdeki bakkaldan bir farkları yok. Nasıl ki geçmişte bazı uyanık bakkallar o gün kaç mal sattıklarını, kaç para kazandıkları sayıyor ve ceplerine giren parayı hesaplıyorsa onlarda kazançlarını hesaplıyor ya. Nasıl ki Kemal Sunal filmlerinde gördüğümüz eski bakkallar şekeri, unu, patatesi tartarken 500 gram yerine 450 gr mal vermek için uyanıklıkları yapıyorsa, onlarda bazen bir hocaya bir ders fazla verip üç lira daha az vermeyi bir nimet sanıyorlar.
Üniversite patronları akademisyenlere para vermek istemiyor. Bir yandan da YÖK’e de bol bol mahalle baskısı yapıyorlar. İstekleri bitmek bilmiyor. 2022 yılına girerken bir kez daha YÖK’ün karşısına gelerek üniversitelerde ücretsiz eğitim alan öğrencilerin sayısının azaltılması, YKS baraj puanının düşürülmesi, yukarıda dile getirdiğim 7243 nolu “Vakıf üniversitelerinin hocalarına verilen maaş devlet üniversitelerinin maaşlarından az olamaz” maddesinin kaldırılmasını istediler.
YÖK Ukrayna gibi dayanıyor
Allah var, YÖK bu patronların baskılarına iyi dayandı. Teşbihte hata olmaz, üniversite patronları Ukrayna’ya saldıran Rusya gibi saldırıyor YÖK’e. Ciddi bir mahalle baskısı yapıyor. Ama YÖK bu mahalle baskılarına karşı çıktı. Bu süreçte YKS barajını kaldırdı. Burada hem öğrencileri hem de üniversite patronlarını mutlu oldu.
Eskiden baraj puanın altında kalan öğrenciler kesinlikle bir üniversiteye kayıt yaptıramıyordu. Şimdi artık bir tane, hatta yarım soruya dahi doğru cevap veren bir öğrenci bir üniversiteye parayı basıp kaydolabilecek. Bir başka deyişle, YÖK üniversite patronlarına “alın, barajı da kaldırdık, yarım net yapan öğrenci de üniversiteli olabilecek. Alın bu öğrencileri, kontenjanlarınızı doldurun. Fazla da ağlamayın” der gibi bir karar aldı. Böylece üniversiteler boş kalan kontenjanlarını da doldurabilecek. Ha, bu eğitim kalitesini nasıl etkiler o başka bir tartışma konusu.
Baskılar hala devam ediyor
Yakın geçmişte Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ile YÖK bir toplantı yaptı. Bu toplantıda Okan Yönetim Kurulu Başkanı ve aynı zamanda Okan Üniversitesinin patronu Bekir Doğan bir kez daha 7243 nolu maddenin uygulamadan kalkmasını istedi. Yani Türkçesi Doğan “Vakıf üniversitelerinde görev yapan akademisyenlerin ücretleri, devlet üniversitelerindeki akademisyenlerin ücretinden az olamaz” maddesinin iptal edilmesini ve vakıf üniversitelerinin kendi kafalarına göre hocalarına diledikleri şekilde para vermeleri istedi.
Elbette bir kurumun personeline dilediği maaşı vermesi o kurumun en önemli hakkı. Ama bunu da asgari ücret denen sisteme göre yapması gerekir. Nasıl ki bir şirket bir işçisine asgari ücretten az para veremezse, tüm üniversitelerde devletin kendi akademisyenlerine verdiği asgari ücretten az para veremez. Yani “ben istediğim kişiye istediğim maaşı veririm” diyebilirsin, evet hakkın var, bunu yapabilirsin. Ama devletin belirlediği asgari ücretin altını veremezsin. Vakıf üniversitelerinin istediği 7243 nolu kanunun kaldırılması talebi, bir süper market patronunun kasiyerlerine asgari ücretin altında maaş vermek istemesi gibi bir şeyden farklı değildir.
Eğitimin pazarlığı olmaz
Üniversite patronlarının YÖK’ten istediği bir diğer şey de “kar amacı güden şirket gibi üniversiteler” in kurulması. Yani patronlar “biz zaten şirket gibiyiz bırakın adını koyalım” diyor.
İşin özü şu: Patronlar, sermaye sahipleri, süper market gibi, bakkal dükkanı gibi yönetmek istedikleri üniversitelerinin kar yapan bir işletmeye dönüştürülmesi için YÖK’le masaya oturmuş pazarlık yapıyor.
Bu konu çok ciddi bir konu. Ticari nedenlerle yapılan bir yükseköğretim hizmeti gelişmekte olan ülkeler için risklidir. Biz şu an gelişim sürecinde olan bir ülkeyiz. Üniversitelerimizin bilim üretmesi gerekiyor. Ay sonunu nasıl getiririm diye hesap yapan bir bilim insanı bilim üretemez. Bırakın bilim üretmeyi ders bile anlatamaz. Patronu tarafından işsizlikle tehdit edilen bir üniversite hocası adam gibi işini yapamaz.
Gençler müşteri değil geleceği inşa eden insanlardır
Üniversite patronlarının bu anlamsız taleplerinin altında tabii ki yüzde 100 kar hırsı var. Genç bir ülkeyiz, her yıl 2 – 2,5 milyon genç üniversite sınavlarına giriyor. Yani müşteri çok. Bu gençleri birer müşteri olarak değil, Türkiye’nin geleceğini inşa edecek olan insanlar olarak görmemiz lazım. Onların en büyük sermayesi “beyinleri” olmalı paraları değil.
Burada AK Parti iktidarına da YÖK’e ve başkanı Prof. Dr. Erol Özvara da çok büyük iş düşüyor. YÖK şu an çok iyi gidiyor ve sermaye sahiplerinin taleplerine “sosyal devlet” mantığına göre gereken cevapları veriyor. Böyle de devam etmesi en büyük dileğim. YÖK hem bugünün hem de gelecek nesillerin kaderinin yazılmasında çok büyük bir sınava girdi. Bu hem bir sınav hem de bir savaş. Sermaye kesimi YÖK’le çaktırmasa da savaşa girmiş durumda, evirip çevirip aynı konuyu yine gündeme getiriyor.
Ben bu yazıyı bir akademisyen romantikliği ile değil. Bir gazeteci ve medya sektörü çalışanının duyarlılığı ile kaleme aldım.
Geleceğe iyi bir Türkiye bırakmak için
1. Akademisyenler için çıkartılan 7243 nolu kanunun sermaye sahiplerinin tüm isyanlarına rağmen olduğu uygulanmalı bilim insanlarına her türlü motivasyonlar sağlanmalıdır.
2. YÖK, sermaye sahiplerine karşı daha katı bir tutum sergilemeli ve asla taviz vermemelidir. Yaptığı denetlemelerde personel konumunda olan akademisyenlerin de bordrolarına bakmalı, maaşlarını incelemeli ve bu konuda yaşanan aksaklıklar varsa anında cezayı basmalıdır.
Üniversite patronlarının “şirketleşme” hayallerinin de bir 2030’a kadar gündeme dahi alınmaması gerekiyor. Bu ülke henüz gelişmekte olan bir ülke. Bu ülkenin bilim üretmesi lazım.
YÖK ayrıca kelime kökü “vakfetmek” ten gelen vakıf üniversitelerinin kar hırslarından arınarak onları bilim üreten bir kuruma çevirmeye yönelik yaptırımlarda bulunmalı.
Yapamayan da dükkânı kapatsın.
Bu kadar net.
Herkes üniversiteli olmak zorunda değil.
Meslek Liseleri var, Meslek Yüksek Okulları var. Bu okulların Türkiye’de dünyadaki gibi konumlandırılmasına da avantaj olur.