Cuma günkü yazımda nano-teknoloji ve biyo teknolojiye dayalı yeni teknoloji paradigmasının ve bu teknolojileri destekleyen yapay zekâ adlı ürünün toplumsal ve siyasi yapıyı nasıl değiştireceğini iki senaryo ile anlatacağımdan bahsetmiştim.

Cuma günkü yazımda nano-teknoloji ve biyo teknolojiye dayalı yeni teknoloji paradigmasının ve bu teknolojileri destekleyen yapay zekâ adlı ürünün toplumsal ve siyasi yapıyı nasıl değiştireceğini iki senaryo ile anlatacağımdan bahsetmiştim. Elimizde hangi teknoloji olursa olsun, bu teknolojinin hangi amaçla ve hangi ellerce kullanıldığı daha önemlidir. Birinin elinde öldürücü silahlara ve belki de yeni bir köleci topluma dönüşebilecek teknoloji imkânları diğerinin elinde herkes için eşitlik, adalet ve refaha dönüşebilir. Yani sosyal medyada çok takip edilen, kendini iktisatçı olarak tanıtan, mühendislik tedrisatlı finansçıların dediği gibi kalkınma ve refah teknik bir mesele olmaktan ziyada siyasi ve toplumsal bir meseledir. Bu yüzden önümüzdeki yeni teknolojiye dayalı Altıncı Kondratieff Dalgasının nasıl bir siyasi ve toplumsal yapıya yol açacağını önceden kestirmek mümkün değildir. Ancak gerçekleşebilecek senaryolardan en karamsar ve en kötümserini anlatmaya çalışacağım. Gerçekleşecek olan ise bu senaryoların arasında bir yerde olacaktır.

KARAMSAR SENARYO – YENİ KÖLECİ TOPLUM

Eğer bugünkü kontrolsüz kapitalizm ve adaletsiz gelir dağılımına dayalı toplumsal yapı devam ederse yeni teknolojinin getirdiği imkânlarla bu eğilimler şiddetlenecektir. Bugün içinde yaşadığımız dünyada ilaç kartellerinin çeşitli aşılar üretmekte yarıştığını ve bu aşıların çoğunun da ne derece etkili olacağının muamma olduğunu biliyoruz. Buna rağmen bu ilaç kartelleri kâr üstüne kâr ediyorlar. Dünyada 2000 yılından bu yana ortaya çıkmış garip salgınların bu ilaç kartellerinin deneylerinin sonucunda üretilmiş virüsler olduğu yolunda komplo teorileri sosyal medyada dolaşmakta. Şimdi Cuma günkü yazımda bahsettiğim biyo-teknoloji imkânlarının emperyalist devletlerin güdümündeki bu dev ilaç kartellerinin elinde şekillenmekte olduğunu düşünün. Bırakın virüsleri veya bakterileri insan genetiğiyle bile oynayabilecek bir teknoloji bilgisi bu adamların eline geçerse 19’uncu asrın üstün ırk ideolojileri 21’inci asırda gerçeklik kazanır. Örneklendirelim:

Mevcut teknolojik düzey dikkate alındığında, önümüzdeki 20-30 yıl içinde ana karnındaki bebeklerin kalıtsal hastalıklarının genetiklerine müdahale ile ortadan kaldırılabilecek olduğu tahmin edilmektedir. Eğer kalıtsal hastalıklar tedavi edilebiliyorsa, genetik müdahale ile başka eylemler de yapılabilir. Örneğin ana karnında yapılacak müdahalelerle fiziki dayanıklılık ve gücü arttırılmış bireyler üretilebilir. Bunların çok zeki ve yaratıcı olması engellenir. Böylece emre itaat eden mükemmel askerler yetiştirilmiş olur. Bunlar doğdukları andan itibaren – antik Yunan’daki Sparta hoplitleri gibi – komando kamplarında büyütülerek otoriteye itaat eden mükemmel askerler haline dönüştürülebilir. Öte yandan belli hesaplama yetenekleri ve hafızaları geliştirilmiş ama fiziki dirençleri daha düşük ve emre itaat etmek üzere yetiştirilmiş bir beyaz yakalılar ordusu da üretebilirsiniz. Bu da sistemin devamlılığını sağlayacak ve sisteme hiçbir şekilde itiraz etmeyecek bir bürokrat sınıf demektir. Böylece daha çocuk doğmadan hangi işi yapacağı belirlenmiş ve kaderi çizilmiş olur. Bu teknoloji sayesinde her işe uygun ideal insanlar üretebilirsiniz. Tabii ki bunlar, kendi geleceğini şekillendirmekten aciz olan dar gelirli geniş kesimlere mensup insanlar olacaktır. Bu ileri teknolojiyi kendi bireysel çıkarı için kullanmak sadece yüksek gelirli kişilere mahsus olacaktır. Bunlar, tahmin edeceğiniz gibi, her türlü kalıtsal hastalıktan arındırılmış, toplumun ortalamasına göre daha zeki, daha güzel ve daha sağlıklı bireyler olacaktır. Bunların örneğin, doğal ömürleri yüz elli yıla kadar çıkartılabilir. Bugünkü sistemde insan doğasına müdahale edilemediği için zenginlerin çocukları sadece daha zengin olmaktadır. Biyo-teknolojinin kazanımları ile birleştiğinde bu sistem, zenginlerin çocuklarının sadece daha zengin değil, aynı zamanda daha zeki, daha yaratıcı, daha güzel, daha sağlıklı ve daha uzun ömürlü olmasını da sağlayacaktır. Bu sistem üç kuşak devam ederse toplumların her birinde daha zeki ve uzun ömürlü zengin bir azınlık Nietsche’nin “Übermensch / üstün insan” kavramını hatırlatan bir şekilde “efendiler” sınıfını oluştururken daha fakir, daha az zeki ve daha kısa ömürlü çoğunluk “Untermensch / aşağı insan” benzeri “hizmetkârlar / köleler” konumunda kalacaktır. İşin daha vahimi ise, bu kölelerin çocuklarının “efendilerden” olma ihtimalinin bulunmadığı gibi, aynı zamanda, “köleler” “köle” olduklarının farkında da olmayacaklardır.

Böyle bir toplumun doğal olarak bir demokrasi olması düşünülemez. Azınlık “efendilerin” yönettiği, güç ve servete sahip olduğu bir oligarşi olur. Belki bugün benim “ileri demokrasi” olarak tanımladığım ve biraz da dalga geçtiğim yapıların daha geliştirilmiş şekli hemen hemen bütün ülkelerde hâkim olur. Bu durumda sistemdeki “köle ve hizmetkâr” sınıf, ileri teknoloji ile üretilmiş bugünkünden daha yüksek bir yaşam standardında, belki gelişmiş GDO’lu gıdalardan bol miktarda tüketen bir çoğunluk olarak göstermelik seçimlerde “efendilerden” hangisinin kendilerini yöneteceğine karar verebilirler. Tabii ki bireysel özgürlük ve özgür karar verme yeteneği kısıtlı hale getirilmiş kitlelerin vereceği oylarla ne kadar demokrasi olur, o da tartışmalıdır.

Dünya Orwell’in 1984 romanında olduğu gibi birbirine düşman farklı oligarşik yönetimlere bölünür. Tahmin edileceği gibi gelişmiş ülkelerde “efendilerin” sayısının nüfusa oranı diğer ülkelere göre daha fazla iken, gelişmekte olan ülkelerdeki “efendilerin” sayısının nüfusa oranı daha düşük olacaktır. Böylece her toplumun içinde olduğu gibi ülkeler arasında da “efendi – hizmetkâr” veya “efendi-köle” ayırımları ortaya çıkacaktır. Teknolojik gelişim silah üretimine de yansıyacak ve oligarşiler arasında kontrollü ama sürekli savaşlar yüksek teknolojili silahlar kullanılarak devam edecektir. Tabii ki, bu savaşlar her ülkedeki “efendilere” kazandırırken, savaşlarda ölenler her ülkenin “köle” sınıflarından olacaktır. Böyle bir toplumda, savaşların sonucu hakkında her ülkenin “efendileri” arasında yüksek oranlı bahis oynatılması da, pekâlâ, mümkündür.

Böyle bir dünyada, bu teknolojiye entegre olamamış fakir ülkelerin yeri yoktur. Fakir ülkelerin, azgelişmiş toplumların salgın hastalık ve iç savaş yoluyla katledilmesi büyük ihtimaldir. Batı uygarlığının geçmişi bu gibi soy kırım örnekleriyle doludur. Örnek isterseniz, Aztecler, İncalar, Kızılderililer, Aborjinlerin öykülerine göz atabilirsiniz.

İYİMSER SENARYO – KÜRESEL SOSYAL DEVLET

Biyo-teknoloji ve nano teknolojinin eşitsizliği arttıracak şekilde kullanılması mümkün olduğu gibi eşitliği ve adaleti sağlayacak şekilde kullanılması da söz konusudur. Mevcut ekonomik gelişme sürecine göre sağlık, fakirlik ve cehaletle mücadele, kalkınma gibi sorunlar artık milli sorunlar değil küresel sorunlar halini almıştır. Her ülkenin eşit temsil edileceği ve Dünya parlamentosuna dönüşmüş bir BM aracılığıyla insanlığın küresel problemlerine çözümlerin arandığı bir dünya kurulabilir. Bu dünyada insanlığın sağlık sorunlarının çözümünün küresel ilaç kartellerinin elinden alınarak bunların üstünde yetki ve güç ile donanmış ve bütün insanlık için planlama yapan DSÖ’ne verilecektir. Yine bu dünyada küresel para akışları bir finans kumarhanesine dönüşen küresel tefecilerin kontrolünden alınıp, para akışlarının, öncelikle fakir ülkelerin kalkınması olmak üzere, uluslararası gelir ve servet farklılıklarını en aza indirecek şekilde yeniden yönlendirecek küresel ekonomi kurumları oluşturulabilir. Bu dünyada milli devletler farklı bir şekilde de olsa varlıklarını sürdürürken bütün kürede eğitim, sağlık, sosyal güvence ve asayiş küresel kurumlar tarafından sağlanabilir. Bu tür bir yapı için küresel bir planlı ekonomiye ve küresel bir sosyal devletin kurumlarına ihtiyaç vardır. Böyle bir dünyada, bahsettiğim ileri teknoloji, hem bütün insanların daha zenginleşmesine, hem daha sağlıklı ve mutlu olmasına yol açacaktır. Planlama Sovyet örneğindeki hatalarından arınacaktır, çünkü elimizdeki veri işleme sistemleri sayesinde hem ülke bazında hem de küresel bazda planlama çok daha etkin bir şekilde yapılabilir. Tahmin edeceğiniz gibi, böyle bir dünyada, savaşlar en aza inecek ve silahlanma da neredeyse duracaktır. Her ülkede insan hakları ve adalet temeline dayalı demokrasiler hâkim olurken, uluslararası anlaşmazlıklar da yine küresel demokratik kurumlar tarafından çözümlenecektir.

Gerçekleşecek olan, bu iki senaryonun arasında bir yerlerde olacaktır. Bizlerin vazifesi de, gelecek dünyayı mümkün olduğunca “iyimser senaryoya” yakın bir düzene kavuşturmak için çalışmak olmalıdır.

SON SÖZ: Küresel sorunlara ulusal çözümler olmaz.