Çok şaşkınlar. Şimdiye kadar devlete sızmış, devletin gücünü arkalarına almışlardı.
Çok şaşkınlar. Şimdiye kadar devlete sızmış, devletin gücünü arkalarına almışlardı. Hiçbir zaman çatışmamış, hep uzlaşmışlardı. Hiçbir tarihte durumlarından şikâyet eden kesim olmamışlardı. Çünkü devlete sızdıkları için aslında bu şikâyetlere yol açanlardandılar.
Hep hâkim taraftan olmayı tercih ettiler. Savaş kazanılınca kahramanlar çoğalırmış misali başarıdan kendilerine pay biçtiler, başarısızlığı savunmadılar. Bilindik siyasi yaklaşımların onlar için bir anlamı yoktu. Önemli olan kendileriydi. Klasik sağcı-solcu tanımı yerine, “Bizden-bizden değil” tanımını getirdiler.
Solcusu, Ülkücüsü, İslamcısı acı çekerken seslerini çıkarmadılar. Tek bir kez bile. Başörtüsü sorun oldu, “teferruat”tan dem vurdular. İşkence, insan hakları ihlalleri hiç dertleri olmadı. Başörtüsü için üniversite öğrencisi kızlar meydanlarda tazyikli su yerken yanlarında yoktular. Mavi Marmara’ya bile tavır aldılar. Solcular hapishanelerde açlık grevindeyken zaten umurlarında değildi. Filistin askısı, manyetolu telefon zaten hiç bilmediler.
On binlerce insanı dinlediler, sahte isimler, isimsiz ihbar mektuplarıyla. Yatak odalarına girdiler, siyaseti dizayn etmeye çalıştılar. İş adamlarına vergiyle, politikacılara belden aşağı kasetlerle tuzak kurdular.
Bir kez bile “özeleştiri” yapmadılar. Dolaylı olsa bile bir kez bile, “Yaa biz de şurada hatalıyız” demediler. Güya, “Kanaat önderi” dedikleri Fetullah Gülen’e “kutsiyet” atfettiler. Tıpkı Katoliklerin Papa’sı gibi “Yanılmazdı” onlara göre. On binlerce yazıda veya tweet’te bir kez dahi, 40 yıl önce bile olsa, hafiften değinerek, isim vermeden bile bir eleştiri kırıntısı bulamazsınız onun hakkında.
Temel özellikleri, göze batmadan etkin olmaktı. Hiçbir zaman savundukları düşünceyi açık etmediler. Orduyu yok etmek istediklerinde “demokratikleşme” dediler, toplumsal barış projelerine karşı durmak için “Devletin bekası.”
İttifaklar kurdular ilkelere dayanmayan. Karşılarındakileri kandıran. Politikacılara yanaştılar her kesimden. Buldukları her fırsatta örtülü propagandaya giriştiler. Aydınlar, gazeteciler, siyasiler, bürokratlar, askerler, polislerden başlayıp en ufak bir derneği bile boş bırakmadan yayılmaya çalıştılar. Aslında nefret ettikleri Alevilere yanaşmak için, Alevi derneği bile kurdular. Gerektiğinde Papa ile görüştüler, gerektiğinde İsrail’i savundular. Kimi zaman bağırındılar, “İran her yeri ele geçirdi” diye.
Hep bir şekilde paraya ulaşmaya çalıştılar. “Yardım” dediler, “Kurban” dediler, “Hizmet” dediler, “Eğitim” dediler. Dediler de dediler.
Hep sessiz oldular. Hep derinden gittiler. Hedef aldıkları bile başına ne geldiğini anlayamadı. Ya makamından oldu, ya hapse girdi. Genel Kurmay Başkanlarını hedef aldılar, Mit Müsteşarını bile “Ajan” ilan etmekten çekinmediler. Solculara karşı mücadelesiyle tanınan polis müdürünü solculuktan, Genel Kurmay Başkanı’nı terör örgütü yöneticiliğinden hapse attılar. Kitap yazanlar ise zaten kolay lokmaydı onlara göre.
Zoru gördüklerinde eğildiler. Rüzgârın dinmesini beklediler. Rüzgâr biraz yavaşlayınca tıpkı saz misali tekrar ayağa kalktılar. Sıkıştıklarında geri çekildiler. Gerektiğinde, “Okullarımızı devredelim” dediler, gerektiğinde “Bizim hiçbir şeyden haberimiz yok.”
Sonunda güç sarhoşu oldular. Zannettiler ki, devlet onların, ülke onların. Paraya ulaşımlarının ilk kesilme tehlikesinde yani dershanelerin kapanma kararında da harekete geçtiler. Sonrasında ise korkunç bir kalkışma ile iyice açığa çıktılar.
Şimdi umutları, her zaman yaptıkları gibi ortalığı bulandırmak. Bir “kontrollü darbe” lafıdır tutturmuş gidiyorlar. Güya “darbe olacağı biliniyormuş da tuzak kurulmuş” demeye getiriyorlar. İyi de kardeşim, madem tuzaktı, halka ateş açan bu caniler kim? Bu bilindiği var sayılan darbeyi kim planlamış, kim? Ortada hiç darbe planı yokmuş da birileri, “hadi darbe yapın, ben de sizi müebbet hapse atayım” mı demiş? Birileri de bunu yemiş mi? Artık yeter gerçekten. Kimsenin aklı ile alay etmeyin.