​SARAYBOSNA'NIN DERVİŞLERİ

Mahmut BIYIKLI 13 Tem 2017

Mahmut BIYIKLI
Tüm Yazıları
Saraybosna'da Osmanlı emaneti Hünkâr Camii'nin bahçesinde oturuyorum.

Saraybosna’da Osmanlı emaneti Hünkâr Camii’nin bahçesinde oturuyorum.  Yoksul ama mütevekkil mağduriyetlerin çemberinde mutlu olmayı başarabilen insan güzeli Boşnaklarla halleşiyorum. Aramızda hiç yabancılık yok. Sanki yüzyıllardan beri tanışıyormuşçasına hemen kaynaşıyoruz. Hangi dili konuştuğumuzun da önemi yok. Hangi derdi taşıyorsak o derdin duygusu birleştiriyor bizi. Mavi gözlerindeki ışıltı içimi aydınlatıyor. Bizi kardeş kılana şükür secdesinde bulunuyorum. Başındaki renkli beresiyle gurbetten evladı gelmiş gibi bağrına basan ihtiyarın samimiyetinde eriyorum. Gözyaşlarımı saklamak için tarihî şadırvana oturduğumda genç bir derviş fesini düzelterek yanıma oturuyor. Türkiye’de gezdiği türbelerden, ziyaret ettiği teklerden söz açıyor. Ortak tanıdıklarımızdan konuşmamızın heyecanıyla caminin avlusunda saatlerin nasıl geçtiğinin farkına bile varmıyoruz. Abdulkadir Geylanî’den Şahı Nakşibendî’ye, Hasan Harakani Hazretleri’nden Aziz Mahmud Hüdai’ye onlarca Hakk dostunun adını anıp huzur buluyoruz. 

Saraybosna ruhu olan bir şehir. Ayvazde’den Halil Efendi’ye sayısız hak dostu bu güzide ülkeye ruh üflemiş, fetih rüyası kazandırmış. Boşnaklar bir tarikat disiplini içinde olmasalar bile hâlleriyle derviş terbiyesindeler. Dünyanın aceleciliğine kanmadan ağırkanlılıklarını koruyor, modernizme meydan okuyan bir sakinlik taşıyorlar. 

Şadırvanda dertleştiğimiz dervişten içinde bulunmam gereken bir program nedeniyle müsaade istiyorum. Birbirimizden zor ayrılıyoruz. Vedalaşmak için her elini sıktığımda yeni bir bahis açıp sohbeti uzatıyoruz. Sonunda kapıya yaklaştığımızda elime bir adres vererek akşam namazından sonra bu adrese beni davet ettiğini söylüyor. 

Ünlü İnat evine doğru yol alırken de, Latin Köprüsü’nden Başçarşı’ya geçerken de, Boşnak Derviş’le andığımız irfan ehli sanki yanı başımda yürüyormuşçasına içimde tatlı bir huzur hali oluşuyor. Saraybosna her adımda bize yeni sürprizler sunuyor, yeni dostluklar kazandırıyor.

SİNANPAŞA’DA 

Akşam vakti olduğunda nasibi olan birkaç dostla bize verilen adresin yolunu tutuyoruz. Nuri Pakdil’in, “Bir tekkemiz kalaydı, ışıkları yanaydı” sözünü hatırlatan bir tekkenin kapısında bırakıyor bizi taksici. Edeple gelenin lütufla döndüğünün bilinciyle destur alarak içeri giriyoruz. Hacı Sinan Tekkesi bizi hemen sarıyor, sarmalıyor. Hiç yabancılık çekmiyoruz. Mezar taşlarından duvarlardaki hatlara kadar her şeyde Osmanlı’nın nazarı dolaşıyor. Bosna’da İslam’ın yayılmasında sufilerin büyük gayretleri var. Osmanlı’yla kurumsallaşan tekkeler, ülkeye İslam’ın inceliklerinin anlaşılması ve yaşanması konusunda rehberlik vazifesi üstlenmiş. 

Dördüncü Murad tarafından Kadirî dervişlerine hizmet etmesi için yaptırılan tekkenin başına zengin bir tüccar olan gönül ehli Hacı Sinan geçer. Silahdar Mustafa Paşa’nın babası Hacı Sinan, gördüğü rüya üzerine tekkeyi bugünkü bulunduğu yere Saraybosna’nın kuzeyine inşa ettirir. Kesme taştan yapılan irfan ocağının mimarı Kasım Ağa’dır

Sinanova Tekkesi zulüm dönemlerine, savaşlara, yıkımlara, soykırımlara direnerek insanlara âb-ı hayat sunmaya devam ediyor. Bütün tekkelerdeki dinginlik hali burada da hâkim. Her perşembe Saraybosna’nın değişik mahallerinden gelen dervişler Kadirî usulüne uygun olarak zikre katılıyor. Akşam namazı sonrası duanın akabinde Şeyh Efendi’nin işaretiyle halka oluşturuluyor. Dışarıda makamı mevkii ne olursa olsun bu halkaya diz çökenler, dervişlik makamını kazanmak için nefsini arındırmaya meyli çok olanlar, derin sular bulunan yoldan geçmek için çaba gösteriyor.

Halkanın çok uzağında bulunmama rağmen Şeyh Sead Efendi naif bir davetle sağına alıyor. Arıtan, arındıran bir devranda dünyanın kirinden, pasından, gündemi yoran siyasadan ve piyasadan uzak bir iklimde, aynı ritimde ilerleyen zikre eşlik ediyoruz. Okunan Kelime-i Tevhidler, Salavatlar, Fatihalar… meclisin havasını birden başka âlemlere açıyor. Yanık kalplerinden dervişlerin dillerine dökülen esmalar, sadece dervişlerin kendi tekâmülüne değil dünyanın iyiliği için de sufi ödevi olarak sürekli okunuyor.

Zikir meclisinde okunan Boşnakça ve Türkçe ilahiler, manevi coşkuyu âdeta zirveye çıkarıyor. Sufiler yeryüzünü güzelleştiren adamlar. İrfan olmadan, gelenek olmadan yorumlanan İslami anlayışların nasıl İşid kafalı bireyler yetiştirdiği ortada. Bu meclise gelen tasavvuf terbiyesini alan dervişler, bırakın bir insanı katletmeyi ya da incitmeyi, incinmekten bile vazgeçmişlerdir. Dünyanın her yerinde proje dâhilinde yayılan selefi görüşe karşı sufiler desteklenmeli, kurumsallıkları muhafaza edilmelidir. Türkiye’nin bu konuda, özellikle medeniyet coğrafyamızda daha aktif bir rol üstlenmesi gerekmektedir. Zira gelenekten beslenen oluşumlar her zaman Türkiye’ye daha yakın durmuş, daha çok saygı duymuştur. Sinanova Tekkesi’nde bir yandan ilahilere eşlik ederken bir yandan da bu düşünceler sürekli zihnimi meşgul etti. 

Tekkede yabancı olduğu her halinden belli olan bir Amerikalı misafir de vardı. Oradaki dervişlere kim olduğunu sorduğumda, “misafir” cevabını verdiler. İşte bu kelime tekke kültürünün bir özeti aslında. Gelenin ırkını, yurdunu, meşrebini sormadan, yaratıcının hürmetine kapılar açılıyor, misafir ediliyor. İşte bu misafir Amerikalı da huzur duyduğu için tekkeye geldiğini ifade etmiş. En güzel şekilde ağırlanıp İslam’la ilgili bilgiler anlatılmış.

Zikir sonrası Şeyh Sead Efendi ve dervişleriyle sohbet odasına geçtik. Sead Efendi Türkiye’ye duacı olduğunu Tasavvufi hayatın yaşanmasında, anlaşılmasında Türkiye’nin öncü rol oynadığını belirtti. Türklerin ziyaretlerinin kendilerine moral verdiğini de ayrıca ekledi. Kafanızda ne soru varsa sorabilirsiniz deyince; Aliya’nın tekkeyi ziyaret edip etmediği sorusu gönlüme geldi ve hemen soruverdim. Şeyh Efendi Aliya’nın defalarca tekkeleri ziyaret ettiğini, burada yürütülen hizmetlerden memnun olduğunu ifade etti. Dervişlerin sevgilerini de katarak getirdikleri çayları içtikten sonra müsaade istedik. Bütün dervişlerle büyük bir içtenlikle kucaklaşarak ayrıldık. O gece hissettiğimiz huzurun ne ressamlar resmini yapabilir, ne şairler kelimelerini dökebilir. Ancak yaşayanların tadabildiği manevi şölene, bütün planların programların dışında bizi dâhil eden Rabbimize şükürler olsun. 

Tekkeden çıkıp otelimize doğru yol alırken Saraybosna’nın dervişlerinin mütebbessim yüzleri, daha fazla ikramda bulunabilmek için birbirleriyle yarışan halleri gözlerimizin önünden hiç eksik olmadı.