​KENDİSİNİ ÖZLETEN ŞEHİR SARAYBOSNA

Mahmut BIYIKLI 06 Tem 2017

Mahmut BIYIKLI
Tüm Yazıları
Güzel insanlardan oluşan bir ekiple beş günlük bir Bosna ziyaretimiz oldu.

Güzel insanlardan oluşan bir ekiple beş günlük bir Bosna ziyaretimiz oldu. Aliya’nın emaneti bu güzel ülkeye gidişimiz turistik bir ziyaretten öte, bir bilinç turu, yüklenmiş bir ödevin sorumluluğunu yerine getirme mahiyetindeydi. Öyle olması da gerekiyor. Medeniyet coğrafyamız bizden seyyah gibi dolaşmamızı değil ev sahibi gibi kafa yormamızı, dert etmemizi ve dertlenmemizi bekliyor.

Son yıllarda ülkemiz insanının yeryüzüne yayılan açılımlarını önemsiyorum. Bir ülkeyi ya da bir şehri uzaktan takip etmek, kitaplardan okumak, belgesellerden izlemek kişiyi bilgi sahibi yapsa bile yeterli olmuyor. Bir şehre varmakla ancak, o şehrin ruhuna nüfuz edebiliyorsunuz. Bütün gittiğim çok iyi bildiğimi iddia ettiğim şehirlerde aynı duyguyu yaşadım. Sokaklarına dalmadan, çarşılarında dolaşmadan, insanıyla konuşmadan, mabetlerinde diz çökmeden, tekkelerinde devrana girmeden o şehri hakkıyla tanımanız mümkün değil.

HİSLERİN VE ZAMANLARIN BULUŞMASI

Daha oradan ayrılmadan özlediğiniz şehirler vardır. İçindeyken bile özlemi sizi sarar. Saraybosna benim için o şehirlerin başında gelir. Her gidişimde, daha ordayken tekrar gelmenin planlarını yaparım. Bütün duyguların aynı anda hissedildiği bir şehirdir Saraybosna. Hüznü, sevinci, acıyı, özlemi, kederi aynı anda duyabilirsiniz. 

İki milyona yakın kitabın ateşe verildiği Viyeçnitsa Kütüphanesi’nin yanından geçerken bağrınıza kızgın bir bıçak saplanır, Haçlıların bütün savaşlarda ilk hedeflerinden birisinin kütüphaneler olması yadınıza düşer, acılarınız katlanıverir birden. 

Biraz yürüdükten sonra Gazi Hüsrev Bey Camii’nin yüzyıllık huzuru sizi sınırlarına çeker ve birden içinize mutluluk yayıldığını hissedersiniz. Caminin kırk yıllık müezzini Hacı Hafız Vehbiya Şeçeroviç’in okuduğu ezanla kendinizi birden Osmanlı zamanında bulur, geçmişe hasretinizin arttığını hissedersiniz. 

ÇARŞI GÜZELİ: BAŞÇARŞI

Namaz sonrası Başçarşı’ya uzanıp attığınız her adımda ecdadın çağrısını duyar, hüzünlenirsiniz. Hüzün sizi tam teslim alırken karşınıza çıkan Morica Han’a girip bir çay söyler, keyfinizin birden nasıl sizi bulduğuna şaşırırsınız. Sonra aklınıza ülkenizden bir dost gelir, çıkıp bir dükkândan kahve alıp sardırırsınız. Kırk yıllık hatırları artırmak için vefaya yatırım yaparsınız. Harcamak, tüketmek her zaman kötüdür ama Başçarşı’da alışveriş yapmanın, para harcamanın insana ibadet neşesi veren bir yanı vardır. Çünkü bilirsiniz ki savaş yorgunu, çepeçevre kuşatılmış bu şehrin insanlarına verdiğiniz her kayme, onların ekonomilerine can katacak ve bu yoksul ama yüzleri krallardan daha mutlu görünen insanlar hayatlarını daha rahat sürdüreceklerdir. O yüzden her gidişimde cebimdekileri boşaltmak için bahaneler üretirim. Bazen sadece selam vermeye vesile olsun diye dükkânlarına girer ceplerimi boşaltırım. Her dükkândan çıkarken dünyada en güzel “Allah, imanet” diyebilen bu güzide milletin fertlerinin ellerini sıkar, kardeşliğimizi pekiştiririz.

Başçarşı gerçekten de çarşıların başıdır. Adımlarınızı biraz artırıp uzaklaştığınızda, Avusturya-Macaristan döneminin süslü yapılarıyla karşılaştığınızda sizi hemen geri çağırır. Sizin oraya taşmanızdan memnun olmaz, iyi bilir ki sizin ruhunuz orada huzura ermez. Başçarşı modern AVM’ler gibi başınızı döndürmez. Sizi tüketim çılgınlığına mahkûm edip dolandırmaz. Tüketim yaparken tefekkür yapabildiğiniz nadir mekânlardandır. Başka bir ülkedeymiş hissini size yaşatmaz; o yaşatmak istese de dostlarınız yaşatmaz. Asude yürürken üniversite arkadaşınız bir Türk omzunuza çarpar, bir kahveye oturup kahve içerken bir gazetenin yazarı gelip selam verir. Boşnak böreği yemek için sıra beklerken bir televizyonun tanınmış bir programcısı gelip “bize yok mu birader” deyip yanınıza oturur. Burada herkes Osmanlı’dır. Kemalist bir üniversite hocasının bile Başçarşı’nın büyüsüne kapılıp Osmanlı’yı  ballandıra ballandıra anlatmasını görmek sizi şaşırtmaz.

DOST MECLİSİNDE GÖNÜL DEMLEMEK

Yüzler hep tanıdık gelir bu Avrupa şehrinde. Mümin olmanın nurunu taşıdıklarından mıdır nedir, akrabalık bağı varmışçasına hiç yabancılık çekmezsiniz. Başı örtülü olsun olmasın, Allah adı anılınca kalbi titreyen hanımefendiler; sakalı olsun ya da olmasın dua ederken gözleri yaşaran beyefendiler şehre ayrı bir ruh katarlar.

Saraybosna naif yürekli adamların şehridir. Köfteciye gidersiniz, siparişleri beklerken size hangi takımı tuttuğunuzu soran gözleri ışıltılı adamın Galatasaray’ın eski futbolcularından Tarık Hodzic olduğunu öğrenir, o gün onun hatırına Beşiktaşlı olduğunuzu sırlayıp Galatasaraylı olursunuz. Başçarşı’dan aldığınız hediyelik eşyaları içleri dolmuş, ağırlığı artmış çantaları taşırken, omzunuza yardım edebilirim tebessümüyle dokunan elin ünlü sanatçı Dino Merlin olduğunu görür, bu incelik karşısında eririsiniz. Bu şehir size misafirini memnun etme gayretinde olan ev sahibi gibi her şeyini açar. 

Bir de gece hayatı vardır bu şehrin. En az  gündüzü kadar bereketli, en az ikindisi kadar huzurlu. İyi bir yoldaşınız varsa sizin kolunuza girip perşembe akşamında Sinanpaşa Tekkesi’nin Kadirî zikrine, cuma akşamı Nakşî Tekkesi’ne, cumartesi akşamı Rıfai Dergâhı’na, pazar gecesi ise Mevlevihane’de Mesnevî dersine götürür. Yol önemlidir ama yoldaş daha da önemlidir. O sebepledir ki eskiler ısrarla tekrar ederler; “Evvel refik badel tarik.”

DERVİŞ MÜCAHİTLER… 

Gönlü güzel yol arkadaşlarımızın tavassutuyla cennet bahçelerine girmişçesine Saraybosna tekkelerinin devranlarına daldık. Geleneğe bağlı, usule uygun, şer’i çizgiden milim sapmadan yürütülen zikir törenlerinde âdeta yunduğumuzu, arındığımızı iliklerimize kadar hissettik. Omuzlarımızı Boşnak dervişlerin omzuna yaslayarak “Ya Hay Ya Kayyum” esmasının sırrına kendimizi verdik. Asırlara meydan okuyan bu aşk localarında yenilendik, tazelendik. İçimiz ışıdı, gönlümüz aydınlandı. İrfani geleneğin bütün yeryüzüne naif gelecek tasavvuru sunduğunu yeniden müşahede ettik. Selefi-vehhabi katılığın katlanılmaz hâle getirdiği uygulamaların aksine sufi-tasavvufi bakışın tertemiz, berrak, yaşanabilir bir hayat sunduğunu tekraren görmüş, anlamış olduk. 

Saraybosna’nın dervişleri yüzleri aydınlık, içleri parıltılı, sevgi dolu bakışlarıyla bizlere Türk olmamızdan kaynaklanan krediyle olağanüstü güzellikte ağırladı. Hizmet etmek için âdeta birbirleriyle yarış içine girerek bizi mahcup ettiler. Osmanlı emaneti bu alperenler, mistikler ama asla miskin değiller. Savaş zamanı şeyh efendileriyle ülkeleri için savaşıp şehit olmak için yola çıkacak kadar da mücahitler.

Ettiğimiz sohbetlerde, Cumhurbaşkanımız ve Genel Kurmay Başkanımızla ilgili daha önce hiçbir yerde yazılmamış çok önemli anekdotlar dinledik. İnşallah gelecek yazımızda onlara değineceğiz…