Son günlerde Avrupa'da mülteciler ile ilgili tartışmalar yoğunlaştı.
Akdeniz’de yaşamlarını tehlikeye atarak Avrupa kıtasına ulaşmak isteyen mülteciler nedeniyle konuya yönelik hassasiyetin artması güzel. Hatta insanların tekrardan mülteciler için miting yapmaları ve mültecileri savunmaları beni çok mutlu ediyor.
Akdeniz’de yaşam savaşı veren mültecileri kurtarmak için devriye gezen Almanya bandıralı sivil toplum gemisi “Sea-Watch” Alman kaptanı Carola Rackete benim de “kahramanım”. Her an batmak üzere olan şişme botlarda çaresizlik içinde bekleyen mültecileri kurtaran bu genç kadın gerçekten filmlere konu olacak bir cesaretle işini yapmakta. Libya hücumbotlarının, İtalyan sahil koruma gemilerinin ve Malta sahil korumasının her türlü tehlikeli engelleme çabalarına rağmen kaptan Rackete insanları kurtarıyor ve onları Avrupa’da bir limana teslim etmeden “pes” etmiyor. Son olarak iki hafta önce kurtardığı 40 mülteciyi tüm engelleri aşarak ve tehditlere boyun eğmeyerek İtalya’nın Lampedusa limanına getirdi. Orada göz altına alındı. Geçen hafta salı günü tekrar serbest bırakıldı. Hakkında soruşturmalar devam ediyor.
Kaptan Rackete sayesinde en başta Almanya kamuoyu ve ardından Avrupa kamuoyu tekrardan mülteciler konusu ile ilgilenmeye başladı.
Avrupa kamuoyu maalesef bu konuyu epeydir unutmuştu. Ufak bir grup Avrupalının bağışlarıyla Akdeniz’de devriye gezen birkaç sivil toplum gemisi dışında mülteciler ile kimse ilgilenmemekteydi. 2018 yılında Akdeniz’in hırçın dalgalarında 2300 mülteci boğuldu. 2019 yılında ise şimdiye kadar 600 civarında mültecinin boğulduğu tespit edildi. Bu rakamlar maalesef gerçeği yansıtmaktan uzak. Bizler sadece AB üyesi ülkelerin sahil koruma teşkilatlarının ve AB sahil koruma gücü Frontex’in tespit edebildiği boğulma olaylarını öğreniyoruz. Oysa Akdeniz’de boğulup cesetleri Afrika kıyılarına vuran ya da köpek balıklarına yem olan mülteciler hakkında istatistik yok. Kısacası durum daha da vahim.
Şimdi gene yeni bir tartışmanın içindeyiz. Libya açıklarında 65 mültecinin içinde olduğu bir şişme bottan bu mültecileri kurtaran sivil toplum gemisi “Alan Kurdi” İtalyan limanlarının yasak olması nedeniyle gidecek liman ararken Malta imdadına yetişti. Son günlerde Avrupa kamuoyunun hassasiyetinin artması sayesinde AB üyesi bazı ülkeler Malta’ya bu 65 mülteciyi alacakları garantisi verdiler. Malta’da yumuşadı ve lütfetti! Çoğu çocuk yaşta olan 65 mülteci daha kurtarıldı.
Buna karşın bir başka sivil toplum gemisi “Alex”, kurtardığı 41 mülteciyi İtalyan İçişleri Bakanı Matteo Salvi’nin tüm tehdit ve yasaklarına rağmen Lampedusa limanına getirdi.
Bu yaşananlar Avrupa adına hiç güzel olmayan olaylar.
Ben bir Türk olarak ülkemle gurur duyuyorum. 4 milyonun üzerinde Suriyeli mülteciye ve ayrıca daha birçok Pakistanlı, Afgan ve de başka ülkelerden insanlara kucak açtı benim ülkem. Türk vatandaşları, AB üyesi ülkelerin vatandaşları kadar refah içinde yaşamıyor. AB üyesi ülkelerin vatandaşlarının sahip olduğundan daha azına sahip. Ancak elinde olanı paylaştı mültecilerle. Sorunlar yaşanmıyor mu? Elbette yaşanıyor. Hatta Türkiye’nin insan hakları adına bu örnek davranışı seçimlerde birtakım çevreler tarafından istismar ediliyor. 40 ya da 50 mülteci için birbirleriyle kavga eden zengin AB üyesi ülkeler Türkiye’de seçimler olduğunda mültecileri Türkiye’de istemeyen partilere büyük destek veriyorlar. AB, Türkiye sayesinde mülteciler konusunda çok rahat. 60 ya da 70 mülteciyi 28 AB üyesi arasında nasıl paylaşacağız tartışması gerçekten çok “lüks” bir tartışma. Ve bence insanlık adına da “utanç verici” bir tartışma.
“Diktatörlük var”, “insan hakları sorunu var” ve benzeri şekilde iddialarla karaladıkları Türkiye, tüm AB’ye ve hatta Avrupa’ya mülteciler konusunda “insanlık dersi” vermeye devam ediyor.
Türkiye’ye her türlü eleştiri yapan Avrupa kamuoyu ise mülteciler konusunda bir Akdeniz’de gezen iki ya da üç geminin sahibi sivil toplum örgütlerine bağış yaparak “vicdanını temizlemeye” çalışıyor. Bu kadar kolay mı?
Ben şahsen İtalya İçişleri Bakanı Salvini’ye hiç kızmıyorum. Salvini mülteciler konusunda verdiği kavga ile aslında tüm Avrupa’ya bir “ayna tutmakta”. Salvini’ye kızan diğer Avrupalıların Salvini’den ne farkı var?
İtalya, İspanya, Yunanistan ve Malta’ya her yıl onbinlerce mülteci geliyor. AB üyesi diğer ülkelerin umurunda bile değil bu durum. İtalyanlar durup dururken seçmiyorlar aşırı sağcı popülistleri.
Mülteciler konusunda aşırı sağcı popülistler “dürüst” davranıyor ve dediklerini yapıyorlar. Buna karşın Avrupa’nın sosyal demokratları, yeşilleri, liberalleri ve de Hristiyan demokratları ne yapıyor? “Ahlaki” konuşmalar ile mültecilerin yaşamı kurtarılmıyor. Ya da insan hakları koşullarının ayaklar altına alındığı Afrika kamplarına para vererek de mültecilerin gelmesi engellenemiyor! İnsanlar zaten açlık ve insanca olmayan koşullar nedeniyle yaşamları pahasına yurtlarını terk etmekteler.
Eğer bugün birçok ülkeden mülteciler akın akın Avrupa’ya geliyorsa Avrupalı politikacılar bir düşünmeli “neden?” diye! Avrupa ülkelerinin ve özellikle AB’nin yanlış politikaları buna sebep olmakta.
Demokrasi ile yönetilen Türkiye’yi “diktatörlükle” suçlayan ama ona karşın kanlı bir diktatör olan Sisi’yi Mısır’da destekleyen AB ülkeleri değil mi? Libya’da bir teröristi destekleyen Fransa, mülteciler konusunda şikayet etme hakkına sahip mi? Şimdi ABD istedi diye Suriye’ye Alman askerleri yollamayı planlayan Almanya iyi düşünmeli. Suriye’de DEAŞ yok. Türkiye, DEAŞ’i bitirdi ama Suriye’de ABD’nin desteklediği terör örgütü PKK (YPG/PYD) için asker desteğine ihtiyaç var. Bu politikalar yüzünden terk ediyor mülteciler ülkelerini!
AB’nin sadece acilen human bir mülteciler politikasına, mültecilerin adil bir şekilde ülkeler arasında paylaşılmasına ve gelen mültecilerin yerli halk ile uyumunun sağlanması için doğru önlemlere ihtiyacı yok, aynı zamanda adil ve human bir dış politikaya ihtiyacı var!
Yoksa ne kaptan Rackete’nin cesareti ne de Salvini’nin inadı ve de geri kalan Avrupalıların suskunluğu durduramaz mültecilerin büyük göçünü!