Binlerce insanı "ilaç* adı altında bitkisel karışımlarla zehirleyen Ömer Coşkun'un hayatını kaybetmesi üzerine bu tür şarlatanlıklar bir kez daha gündeme gelmişti.
Binlerce insanı “ilaç* adı altında bitkisel karışımlarla zehirleyen Ömer Coşkun’un hayatını kaybetmesi üzerine bu tür şarlatanlıklar bir kez daha gündeme gelmişti. Ömer Coşkun doğrudan veya dolaylı sahibi olduğu televizyon kanallarıyla bu “Garip” ürünlerin pazarlamasını yapıp servetine servet katıyordu.
Bu konuyu bir yazı yazmış eleştirmiştim. Bunun üzerine bir okuyucumuz Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Profesör Doktor Atila Karaalp bir mektup yazdı. Gelin onun mektubunu bir okuyun da işin ne derece ciddi boyutlara ulaştığını fark edin?
“Yazınıza konu olan kişiler ile kendi çapımda yaklaşık on yıldır mücadele vermekteyim. Bilimin gösterdiği aydınlık yolda ilerlemek yerine bu sahtekarların tuzağında, umutlarını, paralarını ve hepsinden önemli sağlıklarını belki de hayatlarını kaybeden insanlarımıza üzülmemek elde mi? Hele de halkımızın temiz duygularını istismar ederek ceplerindeki üç kuruşa gözünü dikmiş bu türlü insanların kötü emellerini ve boş vaatlerini bilen biri olarak benim hissettiklerimi bir düşününüz lütfen.
Ben Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesinde Tıbbi Farmakoloji bölümünde uzman bir hekimim. Almış olduğum tıp eğitimi ve üzerine uzmanlaştığım konu olan farmakoloji (ilaç bilimi) itibariyle konuya hakim biri olduğumu belirtmeliyim. Bu şarlatanların maskelerini düşürmek ve insanımızı bunların oyuncağı olmaktan kurtarmak için yaptığım birçok konuşma, konferans, yayın ve yazıma karşılık çoğu zaman “katı bilimci” olmakla suçlanmış ama doğru bildiklerimi söylemekten geri durmamış biriyim. İlaç bilimi ile uğraşanlar başta olmak üzere üç-beş çürük dışında hekimlerin tümü bu sahtekarların ne yaptıklarını ve gayelerinin ne olduğunu iyi bilmektedir aslında.
Durumu birazcık daha iyi anlaşılması açısından konuyu açmama izin verin lütfen. İlaçların kaynağı bitkiler, hayvanlar, mineraller vb doğal kaynaklardır ve başta biz hekimler olacak şekilde bunu kimse yadsıyamaz. Ancak bilimsel gelişmeler sayesinde günümüzde çoğu ilaç etken maddesi, doğal kaynaklardan elde edilmek yerine hem daha saf, hem de daha ekonomik olması nedenleriyle kimyasal sentez ile üretilmektedir. Bir örnek vermek gerekirse aspirin çok iyi bir örnek olur. Milattan önce 3000’li yıllardan beri, yani yaklaşık 5000 yıldır söğüt ağacı kabuğunun ve yapraklarının ağrı, ateş ve yangı (iltihap) durumlarına iyi geldiği bilinmektedir. Ancak bundan yüz yıl kadar önce bilimsel gelişmeler sayesinde söğüt ağacındaki bu etken madde fark edilmiş ve tanımlanmıştır. Bu madde salisilik asittir ve günümüzde aspirin olarak onlarca farklı ürün içinde kullanımdadır. Şimdi ağrısı veya ateşi olan biri aspirin içmek yerine söğüt ağacı kabuğu yerse şikayetleri geçer mi? Elbette evet, geçer. Ancak ne kadar yiyecek bu kabuktan, hangi aktardan aldığı kabuktan yiyecek? Yazın toplanan mı yoksa baharda toplanan kabuklardan mı yiyecek? Kurak iklimlerde yetişen ağaçların kabuğundan yoksa nemli ve yağışlı yerlerde yetişenlerden mi alacak? Daha onlarca değişken sayılabilir ama uzatmayayım. Yani doğalını alacağım diye riske edilen şey, hiçbir etki elde edememek ile zehirlenip ölmek arasında değişecektir. Bu arada yüzlerce olasılık arasında şans eseri doğru dozu bulabilirse, şikayetleri de geçebilir elbette. Yani biz bitkilere, doğal kaynaklara karşı değiliz ancak günümüzde bir ilacın etkililiğinin ve güvenliliğinin kanıtlanarak eczane raflarında kendine yer bulabilmesi ve kendine “ilaç” denilebilmesi için on yıldan fazla süren, yaklaşık bir milyar Amerikan Doları harcanan (tek bir ilacın geliştirilmesinde) ve binlerce gönüllü insan üzerinde denenmesi gereken bir sürecin tamamlanması gerekmektedir. Yola 10.000 ilaç adayı molekül ile çıkılarak on-oniki yılın sonunda bu adaylardan sadece birinin ilaç adını alarak klinik kullanıma girdiğini göz önüne alacak olursak inanın bir ilacın geliştirilmesinde harcanan emek ve detaylı araştırmalar uzay araştırmalarında yapılmamaktadır. Buradan sadece ilacı savunduğum sonucuna varmayasınız sakın. Çünkü onun da nelere neden olabileceğini çok iyi bilmekte veya tahmin etmekteyiz. Ancak içeriklerinde ne olduğu bilinmeyen, ne etkililiği ne de güvenliliği hiçbir insan üzerinde araştırılmamış, bırakın insanı hayvanlar üzerinde bile denenmemiş adeta “ben yaptım oldu” türünden bu ürünlerin pazarlanmasından tutun reklamlarına, mucizevi oldukları imajı çizen sloganlarına kadar “gerçek olmak için fazla mükemmel”dirler.
Ancak elbette insanların içinde umut vardır ve ümit etmek isterler, kolayı, zahmetsizce elde etmek isterler. O nedenle de bu ahlaksızların avuçlarında sömürülür dururlar. Ben bu nedenlerle bir Don Kişot gibi bu yel değirmenlerine karşı kendimce savaş açtım. Sırf masum insanlar üzülmesin, bunlardan zarar görmesin, sağlıklarını ve hayatlarını kaybetmesinler diye doğruları anlatmaya, haykırmaya çalıştım, çalışıyorum. Ancak insanlar, mutlu eden hayalleri, benim savunduğum acı gerçeklere tercih ettiklerinden ve de medyanın bu “goygoycu ve popülist” tarzından dolayı benim gibi doğruları söyleyenler değil hep bu sahtekarlar zavallı halkın önüne çıkartıldığı için bu günlere gelindi ve bir canavar yaratıldı…”