BÜYÜK KONUŞMA!

Murat BAŞARAN 28 Haz 2016

Murat BAŞARAN
Tüm Yazıları
Attila İlhan merhum, yıllar önce karşısındaki genç gazeteci ve yazara, yani bendenize Divan'da şöyle demişti: Her ilk roman, yazarın kendi hayatından biriktirdiği ve yazmak için acele ettiği maceradır.

Attila İlhan merhum, yıllar önce karşısındaki genç gazeteci ve yazara, yani bendenize Divan’da şöyle demişti: Her ilk roman, yazarın kendi hayatından biriktirdiği ve yazmak için acele ettiği maceradır. Benimki de öyleydi. Zaman geçti; baktım ben sonra da hep kendimi yazmışım. Çünkü anlamaya en yakın olduğumuz şeyiz. Anladığımızı zannettiğimizi anlatırız; kendimizi… Kendimizi yazarız. Öyle olmadığını iddia ettiğimiz zamanlarda, eczaneden bit ilacını “hediyelik” diye sardıran adamız; umudumuz muhataplarımızın fazla da kurcalamamasıdır. Koskoca üstadın lafının üstüne laf söyleyip çıkıntılık yapma peşinde değilim; kaldı ki yapsam kim umursar 140 karakterlik aforizma dünyasının sahteliğinde…

Ama bir ilave belki: Sonraki romanlar ise yazarın merkezine kendisini koyduğu hayal ve arayışların maceralarıdır. “Ben”in üstüne çıkıp, “ben”i aşmak ve içinde olmadan bir dünya kurmak mümkün değil. Yazarken de, yaşarken de, vicdanımıza kabul ettirdiğimiz bir mantık zemini her zaman vardır.

Ve fakat… Kurguladığımızı zannettiğimiz dünyamızda… Mantığın çuvalladığı/ vicdanın şaşırdığı zamanlar oluyor. Aslında çok da oluyor. Yanıldığımızda ve yalpaladığımızda, eczanedeki, başkası duymasın diye fısıldayan adama dönüşüyoruz. Hepsi bu: “Hediyelik…” Ve ikinci perdesi işin; kurgulanmak… Kurgulamak ve kurgulanmak, sorgulamak ve sorgulanmaktan daha kolay ve daha konforlu.

Konforu tercih ediyoruz. Mesela 7,5 milyar insandan sadece 15 milyonu Yahudi iken, yani her 500 kişiye bir Yahudi düşüyor iken… Bütün dünyanın Siyonizm’den korkması ve bütün komplo teorilerinin “öldüreceğine korkut” diye nam salmış bu bir avuç zavallıya dayandırılması nasıl bir kurgudur?  “Kemiyet değil keyfiyet efendim…” diye başlayacak hiçbir cümleyi merak etmiyorum.

Diğer taraftan o keyfiyetin haysiyetli tarifini Söğüt’te yapmış ve tarihini üç kıtada yazmış bir milletin ahfadıyım diye kaptırıp gitmek de istemiyorum. Geçtiğimiz günlerde sigarayı kendi iradesiyle değil de, bir kalp kriziyle bırakmak zorunda kalmış “şaşkın” bir adamın, her şeyi yerli yerine oturtma sakinliğiyle anlatıyorum.

Allah’ın da bir hesabı var! “Cameron” ne diyordu? Sizin birliğe girmeniz bin sene daha sürer! Üç gün geçmedi; birlik başına çöktü adamın. Aslında söylediği mantıklıydı. Batı ikiyüzlü ve yalancıydı. Bizi almazlardı filan… Ben de inat ediyordum; vakti gelince bırakırım diyordum sigarayı. Bir damar tıkanıklığı altı üstü. Bir kriz… Şimdi, doktor yürüyeceksin dedi; yürüyorum… “Cameron”un ters köşeye yatırdıkları da Berlin’in tarlalarında yürüyorlar… Velhasıl bu yazının çok basit bir ana fikri var: “Nefsine güvenip, büyük konuşma…”