ABD'deki "Rum lobisi"nin de desteğiyle sinema ve medya silâhını(!) kullanarak iftiralara ve târihî gerçekleri çarptırmaya da devam ediyor. Bunun bir örneği 8 Aralık 2021'de ABD'de gösterime giren "Sevgili İzmir" (Smyrna) adlı film.
Maalesef bu satırları geç kalınmış bir yazının heyecânı ve mahcubiyetiyle yazıyorum. Aylar önce yazmam gereken bu yazının sorumluluğu sâdece benim değil Türkiye’de eli kalem tutan, sosyal medya kullanan herkesin üzerindedir.
Türk kamuoyu asgarî ücret, terörle mücâdele, Suriyeli sığınmacılar, enflasyon, zincir market, EYT, çocuk gelin gibi konularla meşgul olurken, elli yıl sonra doğacak bebeklerin bile ne kadar dış borç ödeyeceği şimdiden belli olan “komşumuz” Yunanistan, içinde bulunduğu ekonomik kriz ve borç batağına rağmen, Avrupa’nın “şımarık çocuğu” gibi davranmaya devam ediyor. Türkiye’ye karşı, uluslararası antlaşmalara aykırı şekilde silahlandırdığı adalar bir yana, ABD’nin Hollywood’da “medya ordusu” kullandığı sinema sektöründe de boş durmuyor.
Görünen o ki, biz İzmir’de Yunan’ı denize döktükten sonra Yunanlar sâdece yüzme değil, çağımızın silahlarıyla donanmayı da öğrenmiş. Öyle ki, bu silâhlanma sâdece savaş uçağı, savaş gemisi, füze, tankla olarak olmuyor.
ABD’deki “Rum lobisi”nin de desteğiyle sinema ve medya silâhını(!) kullanarak iftiralara ve târihî gerçekleri çarptırmaya da devam ediyor. Bunun bir örneği 8 Aralık 2021’de ABD’de gösterime giren “Sevgili İzmir” (Smyrna) adlı film.
Bu film 9 Eylül 2022’ye kadar geçen sürede dünya kamuoyunu Türk düşmanına alıştırma amacı taşıyor. Yâni Yunanlar işgâl ettikleri İzmir ve Ege’den çıkarken yaptıkları mezâlim ve soykırım yetmiyormuş gibi bir de “yavuz hırsız ev sâhibini bastırır” sözünü hatırlatırcasına, Türklerin Ege ve İzmir’den Rum ve Ermenilere soykırım uyguladığına dâir iftiralarının kamuoyu zemini için bu filmi hazırladılar.
Araştırmacı-yazar Tufan Uğur Kurçer’in vâsıtasıyla haberdar olduğum filmin ana teması Türkiye’yi, Yunan işgaline karşı savaşında İzmir’de Rum ve Ermenilere karşı soykırım yapmakla suçlamak. ‘Smyrna’ (Sevgili İzmirim) Yunanistan târihinde çekilen en yüksek bütçeli (5 milyon Euro) prodüksiyonlu film olarak gösteriliyor.
ABD ve hemen ardından Avrupa’da gösterime girecek olan film ile Yunanistan güçlü bir kara propaganda aracını çok ustaca uluslararası platformda dile getiriyor. 29 Kasım’da New York’taki Metropolitan Sanat Müzesi’nde Yunanistan’ın Birleşmiş Milletler Daimi Misyonu himayesinde gala gösterimi gerçekleşti. Film, daha sonra 11 Ocak 2023’te Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu’nda gösterilecek. Bu film belli ki uzun erimli bir çalışmanın sonucu. Mimi Denisi’nin yedi yıl önce yazdığı ve üst üste üç yıl tiyatroda sahnelenen ‘Sevgili İzmirim’ Yunanistan’da 23 Aralık 2021’de vizyona girdi. Şimdi uluslararası propaganda için kullanıyor.
Elbette (maalesef) Ermeni diasporası da buna destek veriyor. Michigan Üniversitesi’ndeki Ermeni Çalışmaları Merkezi (Center for Armenian Studies) gibi akademik ortamlarda “bilimsel” sunumlar yapılıyor ve “soykırım” çamuru atılıp Anadolu’nun doğuda Ermeni ve batıda bir Yunan yurdu olduğu iddiası devam ediyor.
Biz 100. yılda ne yaptık?
Düşmandan doğruları söylemesini beklemek ve İzmir’in işgâlinde ve sonrasında yapılanların hata olduğunu itiraf etmelerini beklemek safdillik olur. Ermeniler olmayan bir “soykırım yalanı”nı dünyâya inandırıp bizi “soykırımcı Türkiye” diye yaftalarken, biz soykırım yalanına karşı yapılan birkaç film ve diziyi bile kendi medyamızda görmezden geldik. Söz konusu müfteri filmin tanıtımı yüzlerce Youtube kanalında paylaşılmış ve milyonlarca kişi tarafından seyredilmiş ve yorum yapılmış durumda.
Biz ise İzmir’in Yunan işgâlinden kurtuluşunun 100. yılında Tarkan konseri yaptık. Tarkan’ın konserde kaç lira aldığını konuştuk, çok para aldığını öğrenince o da parayı yardım kuruluşlarına bağışladığını söyledi. Konserde seyirci sayısında “dünya rekoru kırıldı” diye manşetler attık. Yunan bayrağı renklerin kıyâfetler giyip Sirtaki gösterileri yaptık. Sonrasında da İzmir Büyükşehir Belediye başkanının ağzından çıkan sözleri köpürtüp “hanedan hâin miydi, değil miydi” diye günlerce konuştuk. Peki bunların İzmir’in kurtuluşu ve İstiklâl Mücâdelemiz ile ne alâkası vardı?
Atatürk hedef alınıyor
Biz konuştuk ama Yunan tarafı iş yaptı ve yapıyor. Neredeyse kendi vatanımızı savunduk ve bunu yaparken işgâlci askerlere karşı koyduk diye soykırımcı gibi gösteriliyoruz. Daha da önemlisi, bunların başkomutanı Mustafa Kemal Paşa olan Türk ordusu tarafından yapılmış olduğunu iddia ediliyor. Yâni Atatürk hedef alınıyor ama Atatürk’ün heykeline saldıran sarhoşlar için ortalığı ayağa kaldıran Kemalistler’den tık yok. Rakı sofrasında bir porsiyon meze için Kıbrıs’ı vermeye râzı olanlar ise henüz mevzuya “ayılmış” değiller.
Filmdeki Türk oyuncular
Mesele bununla da kalmıyor. Sanki Türk rolünde oynayacak Yunan oyuncu yokmuş gibi bu filmde Türk oyuncular da yer alıyor. Acaba böyle bir filmi biz yapsaydık ve bir Rum vatandaşımız rol alsaydı, Yunan medyasında neler olurdu? Ya da Ermenilerin sözde soykırım iddialarını belgeleriyle yayınlayan bir dizi veya belgeselde, Erzurumlu bir Ermeni vatandaşımızın yer alsaydı ne olurdu? (23 Nisan 1948’de Yunanistan-Türkiye millî takımları arasında Atina’da oynanan ve Türkiye’nin 3-1 kazandığı maçta Türk millî formasını giyen ve takımımızın ikinci golünü atan Lefter’e Yunanistan’da yapılan saldırıları hatırlamak yeterli olacaktır.)
Medyamız uyuyor ve uyutuyor
Dizi sektörümüz dünya standartının üstünde iş yapıyor. Dizilerimiz dünyânın onlarca ülkesinde yayınlanıyor. Yapımcılarımızın artık kaynak sorunu yok. Kazandıklarını daha pahalı yapımlara yatıracak güçteler. Târih dizileri artık kabak tadı vermeye ve pembe dizi hâlini almaya başlamışken, yapımcılarımız neden Ege’nin işgâlini, 1915’te Doğu illerimizde yaşananları, Sakarya Meydan Muharebesi günlerinde bölgedeki bir köyde geçen bir olayı konu alan film yapmıyor? Elbette bunlar körün gözüne parmak sokar şekilde olmamalıdır. Bu açıdan “Türk İşi Dondurma” adlı film çok başarılı bir yapımdı ama Türkiye’de hak ettiği medya desteğini bulamadı.
Yoksa böyle filmler ve diziler yapıp “ezelî ve ebedî” düşmanlarımızı üzmek mi istemiyoruz?! Onlar bizi üzerken ve üzmekle kalmayıp bize hakaret edip itham ederken bizim neden hâlâ uyuyoruz? Bu tür filmler ve diziler yapmak devletin işi değildir. Hatta Türk devletinin resmî kurumları hiç ön plânda olmamalıdır. Cumhurbaşkanlığı forsunun veya Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın logosunun olduğu yapımlar dünyâ kamuoyunda ön yargı ile karşılanmaktadır. Hem Yunan lobisi ve diasporası hem de Ermeni lobisi ve diasporası bu işin kendilerince “iyi” becermektedir. Yapılacak iş, bu filmin yayınlandığı sitelere girip karşı yorum yapmak, “Hayır yapmadık” demek değildir. Bu filmin yayınlandığı dijital platformlara tepki göstermek de filmin reklamından başka işe yaramaz.
Her iş, aynı şekilde karşılık verilerek cevaplanır. Bizim de doğruları anlatan yapımlar ortaya koymamız gerekiyor. Kanal kanal, konferans konferans gezip konuşan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bahsettiği unutulmuş târihî bir olayla ilgili bir ay içinde kitap yazan târih profesörlerimiz hamasete kaçmadan biraz da, dizi ve film senaryoları yazmalıdır. Artık binlerce kanalı olan “ulusal medyamız” da bu yapımları, “eşik bekçiliği” yapmadan tanıtmalıdır.
Bizim yapımcılarımız da şişirilmiş târih senaryolarıyla, doktor-hasta görüşmesinden uyarlanan hikâyelerle, serseri lise öğrencilerinin veya varoşlardaki yasa dışı hayatlarının anlatıldığı dizilere verdiği dikkatlerini biraz da bu konular vermelidirler. “Yerli ve millî” olmak sâdece teknolojik konular için söz konusu değildir.