Günümüz Türkçesinde rindmeşrep gibi kavramlar rind sözcüğünden türetilmiştir.

Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirinde en önemli kavramlardan biri “rinddir”. Günümüz Türkçesinde rindmeşrep gibi kavramlar rind sözcüğünden türetilmiştir. Pekiyi bu rind ne demektir? Klasik Türk – İran Medeniyetinde karşılığı nedir? Divan şiirinde ne anlama gelirdi? İlk önce bu soruları cevaplayalım…

RİND NEDİR?

Rind, Klasik Türk Şiirinde dünya işlerine önem vermeyen kimse, kalender, gönül eri anlamında kullanılır. Çoğulu “rindân”dır. Bu yolda yazılmış şiirler de rindâne sözcüğüyle nitelenir.

Agâh Sırrı Levent bakınız nasıl tasvir ediyor rindliği: Rindlik “Divan şairlerinin hüviyyetidir. Divan şairleri şahsen nasıl bir hayat takip ederlerse etsinler, daima dünya âlâyişinden uzak bulunmak, maddeye kıymet vermez görünmek isterler. Onlar için cihanın bir pula değeri yoktur. Daima rindlikten bahsetmeleri, lâubâli ve derbeder görünmeleri bundandır. Ağzına bir katre içki koymayanların bile, zaman zaman meyhaneden, şaraptan ve sâkiden bahsetmeleri de, yalnız bazı hakikatleri tasavvufi remizlerle ifade etmek istemelerinden değil, belki rind ve derbeder görünmek arzusuna uymalarındandır.” (Agâh Sırrı Levent, Divan Edebiyatı).

Bir de Vikipedi’ye bakayım dedim; Rind maddesi aynen şöyle:

VİKİPEDİ DE NE YAZIYOR?

“Rind, geçmiş İslam toplumlarında her tabaka arasında ortaya çıkabilen ve hâkim tavırlardan farklı kendine özgü bir yaklaşım sahibi olan, antik dönemin kinik filozoflarına benzer özelliklerle ön plana çıkan insan tipi. Rind Tanrı'ya inanmakla birlikte konformist ve konservatif düşünme ve yaşama biçimlerine mesafeli duran, kalender meşrep, hazcı olmamakla birlikte dini sebeplerle dahi olsa haz düşmanlığına kapılmayan, tüm insanlara hoşgörüyle yaklaşan, latifeden anlayan, hoşsohbet ve bilge (arif) bir karakteristiğe sahip insan örneğidir. Uludağ'a göre ise ‘rindler daha çok melamiler ve kalenderler gibi gelenek ve göreneklere aldırmadan geniş bir hürriyet ve gönül rahatlığı içinde yaşarlar.’[1] Özellikle Fuzuli'nin (1483-1556) Rind ile Zahid adlı eserinde bu tipin kendisiyle aksi özellikler sergileyen zahid tiplemesiyle söyleşisi içerisinden özellikleri belirginleştirilir.[2] Rind ile Zahid adlı eserde, Tanrı'ya ibadet ve zühd ile varmayı amaçlayan zahid (baba) ile Tanrı'ya aşk ve samimiyetle varılacağını savunan rind (oğul) arasında geçen konuşmalarla kendini tanıma ve olgunlaşma yolunda iki ayrı tavır sergilenir ve her tavrın kendini ortaya koyuş biçimi ile muhalifine yönelik eleştirisi ortaya konulur. Eserde zahidin baba, rindin oğul olarak kişileştirilmesi zühdün (asketizm/kaçınıklık) rindane tavrın öncülü, zühdün kabuk, rindliğin çekirdek ve asıl olduğunu sembolize etmektedir.[3]

1.Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yayınları, İstanbul, 1991, s.399

2. Fuzuli, Rind ile Zâhid-Sıhhat ile Maraz, Çev. Hüseyin Ayan, Büyüyen Ay, İstanbul, 2012

3. Ahmet İçli, Fuzûlî'nin Rind ü Zâhid Eserinde Rind ve Zâhid Değerlendirmeleri Üzerine Bir İnceleme, "Muzaffer Akkuş Armağanı" (Ocak 2013) Konya, Kömen Yayınları, s.25”

Buradan anlayacağımız üzere Osmanlı klasik kültürünün en önemli karakterlerinden biri olan rind, hoşgörülü, dindar olsa bile kendi yaşam tarzını başkasına dayatmaktan kaçınan, şehvet – şöhret – servet üçgeninin içine girmekten korkan, evrende gördüğü her şeyi Allah’ın güzelliğinin bir yansıması olarak gören, bu dünyanın güzelliklerini de Allah’ın bir yansıması olduğu için seven ve yaşamak isteyen, esprili, neşeli ve hatırşinas kişiliktir. Dikkat edilirse bu karakter Anadolu’da Türk Tasavvufunun temel ekolleri olan Mevlevilik, Bektaşilik, Bayramilik gibi tarikatlerin ve Melametiliğin mensuplarına has bir karakterdir. Bu anlamda rind eski tasavvuf kültürümüzün temel karakteri olmanın yanında bugün ciddi ölçüde çöl Araplarının yaşam tarzına uyarlanmış hoşgörüsüz, asık suratlı, insana Cenneti değil Cehennemi hatırlatan, Allah’ın rahmetini değil gazabını öne çıkaran ve herkesi kendisi gibi yaşamaya zorlamayı temel kural edinmiş cemaat mensuplarından tamamen farklı bir karakterdir. Yahya Kemal Beyatlı yeni bir söyleyişle Divan Şiirini ve bütün bir Türk Osmanlı medeniyetini yeniden canlandırmak isterken bu rind karakterine dayanmıştır. İtiraf edelim ki, onun hakkında yazılan yüzlerce makale ve anı kitaplarında bahsedilen şekliyle kendisi de bir rind gibi yaşamaktaydı. Malı mülkü yoktu, bekârdı, çoluğu çocuğu yoktu ama kendi hayatını idame ettirecek bir geliri her zaman oldu. Mal biriktirip servet yapmak yerine etrafındaki hayranlarına Türk Osmanlı medeniyetini anlatmaya ve sevdirmeye ömrünü vakfetti.

Burada hepimizin Münir Nurettin bestesiyle tanıdığımız ünlü şiirini paylaşalım: Rindlerin Akşamı

RİNDLERİN AKŞAMI

Dönülmez akşamın ufkundayız.. Vakit çok geç;

Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç!

Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,

Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.

Geniş kanatları boşlukta simsiyâh açılan

Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan

Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece.

Gurûba karşı bu son bahçelerde, keyfince,

Ya şevk içinde harâb ol, ya aşk içinde gönül!

Ya lâle açmalıdır göğsümüzde, yâhud gül.

Bir rind yaşlılık yıllarında ölümü sessizlik ve huzurun yer aldığı bir bahçede uyumak gibi düşünür ve ölmeden önce hayatının son demlerinde de bu dünyadan ve hayattan elde edeceği neşe ve hazzı elde etmek ister.

Büyük şairimiz kendisinin Hâfız-ı Şirazi’ye Yakup Kadri’nin ise Ömer Hayyam’a meftun olduğu söylerdi. Buna rağmen Ömer Hayyam’ın meşhur rübâilerini Farsça’dan aynı aruz kalıbıyla Türkçe’ye çevirmiştir. Aşağıda bu rübâilerden üçü yer almaktadır:

RÜBAİLER

Her rind, bu bezmin nedir encâmı bilir

Dünyamızı nâgah zalâm örtebilir

Bir bitmeyecek şevk verirken beste

Bir tel kopar âhenk ebediyen kesilir.

***

Dünyâda ne ikbâl ne servet dileriz

Hatta ne de ukbâda saâdet dileriz

Aşkın gül açan bülbül öten vaktinde

Yâranla tarab yâr ile vuslat dileriz

***

Eyyâm geçer şânı da sürmez şeb olur

Aşk ehli hıredmend ise Cem-mezheb olur

Derk etmemek isterse günün geçtiğini

Hem câm ile hem yâr ile leb-ber-leb olur

Demiştim ya, Yahya Kemal esas Hâfız-ı Şirazî’ye hayrandır. Pekiyi kimdir Hafız?

HÂFIZ-I ŞİRÂZİ

Hâce Şemsüddin Muhammed Hâfız-ı Şirazî ya da kısaca tanındığı ismiyle Hafız toplu eserleri birçok İranlı tarafından Fars edebiyatının zirvesi olarak kabul edilen bir Fars lirik şairi idi. Eserleri genellikle şiirlerini ezbere öğrenen ve onları günlük atasözleri ve sözler olarak kullanan Farsça konuşulan dünyada insanların evlerinde bulunur. 14. yüzyıl sonrası Fars edebiyatını diğer herhangi bir İranlı edipten daha fazla etkileyen bu şairin hayatı ve şiirleri birçok çalışmanın konusu olmuştur.

Hafız en çok, muhtemelen ölümünden sonra derlenen şiirlerinden oluşan bir koleksiyon olan Hafız Divanı ile tanınır. Kendisi "antinomiyen" yani “genel geçer ahlak kurallarına karşı gelen kimse” olarak ve çalışmaları da "teozofik - yani, tüm din ve inançların İlahi Hakikati bulmak, ulaşmak için olduğunu öngören ve böylece her din ve inancın hakikatin bir bölümüne sahip olduğunu ileri süren düşünceler bütününe ait" terimi ile tanımlanabilir. 13. ve 14. yüzyıllarda "teozofi" terimi teolojiden farklı olarak, yalnızca kutsal kitaplardan ilham alan yazarlar tarafından mistik çalışmaları belirtmek için kullanıldı. Bizdeki haliyle tamamen dinin yasaklarına odaklanmış softalar teolojiyi temsil ederken derviş – rind ise teosofiyi temsil etmektedir. Yani Hafız’ın şiirleri tam da bir rindin, kalender meşrep bir dervişin şiirleridir. Hafız, öncelikle gazel türünde yazmıştır; bu, ilahi ilhamın coşkusunu aşk şiirlerinin mistik biçiminde ifade etmek için ideal bir üsluptur. Netice de, o da bir mutasavvıftı.

Gazellerinin temaları arasında sevgili, inanç ve ikiyüzlülüğü açığa vurma yer alır. Gazellerinde aşk, şarap ve meyhaneleri ele alır, hepsi esrimeyi ve kısıtlamalardan kurtulmayı temsil eder, ister gerçek dünyevi hırslardan uzak bir boş vermede isterse aşığın ilahi aşktan söz ederkenki sesinde olsun. Farsça konuşanlar üzerindeki etkisi büyüktür. Özellikle Fars geleneksel müziği, görsel sanatlar ve Fars kaligrafisindeki şiirlerinden doğan bir etkidir bu. Mezarı doğum yeri olan Şiraz'dadır. Şiirlerinin uyarlamaları, taklitleri ve çevirileri tüm büyük dillerde mevcuttur.

Büyük şairimiz Yahya Kemal meftun olduğu Hâfız’ı ve onun temsil ettiğini düşündüğü rind karakterini çok güzel bir şiirinde birleştirmiştir. Bu şiir, aynı zamanda Yahya Kemal’in mezar taşı kitabesinde de yer almaktadır: Rindlerin Ölümü.

RİNDLERİN ÖLÜMÜ

Hâfız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;

Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.

Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış

Eski Şirâz’ı hayâl ettiren âhengiyle.

Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde,

Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.

Ve serin serviler altında kalan kabrinde,

Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.

Ruhu şâd, mekânı Cennet olsun.