Saksıda çiçek yetiştirenler bile çok iyi bilir ki, ekilen bitki ne olursa olsun, yanında yöresinde, dallarında altında hatta tam gövdesinin dibinde ayrık otu biter.
Şunu bilmek için öyle dönüm dönüm, hektar hektar toprak sâhibi olup tarımla uğraşıyor olmaya gerek yoktur. Saksıda çiçek yetiştirenler bile çok iyi bilir ki, ekilen bitki ne olursa olsun, yanında yöresinde, dallarında altında hatta tam gövdesinin dibinde ayrık otu biter.
O bitkiyle ilgilenen kişi biraz ihmâl gösterirse ekilmiş tohumda ya da fideden daha hızlı şekilde o ayrık otları büyür. Çiçek için koyulan gübreyi ve suyu sömürür. Kolay ve hızlı yayılan yalan gibi, ayrık otunun kökleri hemen dibe iner ve bitkinin köklerine musallat olur. Gübre ve su o ayrık otu için değildir ama ayrık otu ister saksıda olsun ister bahçede isterse tarlada olsun kendine verilmiş gibi, hatta o saksı, o bahçe, o tarla kendisininmiş ve onun hizmetine verilmiş gibi davranır. Avrupalı sömürgen ülkeler İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, İtalya’nın sömürgelerinden aldıkları gibi, topraktan âdeta zorla haraç alır.
Bu ayrık otları çimlenip toprağın üstünde baş gösterir göstermez sökülüp atılmazsa bitkiyi zayıflatır ama ne öldürür ne de oldurur. Öldürse gübreden ve sudan kendi de mahrum kalacaktır.
Ülkemizdeki ayrık otları
Elbette konumuz bağ bahçe, çiçek böcek değil. Yukarıdaki analojiyi ülkemizdeki sosyopolitik yapıya uygularsak görüyoruz ki, maalesef ayrık otları hiç de az değildir. Ayrıca bu ayrık otlarının çoğu da dikenli ve hatta zehirli. Temizlemek için dokunanın ya canını acıtıyor ya da zehirliyor.
İlk örnek olarak Adnan Menderes’in düzmece bir mahkemenin aldığı idam karârıyla asılmasıyla başlayabiliriz. O güne kadar, bu ülkenin toprağındaki kendisinden başka unsurları yok sayıp ya da hizmetçi zannedip, ülkeyi kendisine tahsis edilmiş, bütün imkânları emrine ve keyfine verilmiş zannedenler kurdukları çok katmanlı vesâyet sistemini devam ettirmek için dönemin iktidar partisi kadrolarını demokrasiyi hiçe sayarak indirmiştir. Daha sonra sözüm ona yargılamış ve bir başbakan ve iki bakanı “ibret-i âlem olsun” diye, “bize dokunan, bizim düzenimizi değiştirmeye çalışan, ayrık otları olsak da bizi topraktan sökmeye çalışanların âkibeti bu olur” dercesine ipe göndermiştir. Başka cins ayrık otları da çıkardıkları gazete ve dergilerin kapaklarında daha mahkeme sonuçlanmadan idam ipini koyarak vesâyet vazifelerini yerine getirmişlerdir.
Daha sonra “şapkasını alıp giden” politikacıların “idâresine” verilen ülkemizde, ayrık otlarına dokunmayan o idârecilere rağmen 1971 ve 1980 darbeleri yapılmıştır. Toplum üzerinden âdeta dozerle geçildiği bu darbeler, şartları olgunlaştıran “anarşi” mâzereti ile vâseyetin üzerini örtmüştür.
28 Şubat ve e-muhtıraya kadar sâdece askerî güç üzerinden kurulduğu zannedilen vesâyet sistemindeki ayrık otların tek tür olduğu zannediliyordu. Hâkimiyetin kayıtsız şartsız millete âit olmasına rağmen, “demokrasiye balans ayarı” yapanların vesâyetin tek yüzü olduğuna inanılıyordu. Askerî vesâyetin kaldırılmasıyla demokrasi önünde engel kalmayacağı düşünülüyordu. Çünkü on yıllık aralarla yapılan askerî darbeler yüzünden çok katmanlı olan vesâyetin daha altlardaki katmanlarının ortaya çıkmasına gerek kalmıyor. Oysa daha sonraki çıkışlar ayrık otlarının birçok türü olduğunu anlamamızı sağladı.
Bir tarafta 2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “ordu göreve” pankartı açan akademik kadrolar, rektör cübbesiyle muhalefet partilerinin grup toplantılarında kürsüye çıkma cüretini gösterenler vâsiyetin başka bir katmanının olduğunu gösterirken, diğer tarafta “ifâde özgürlüğü”nü dillerinden düşürmeyen “sanatçılar”, halkın demokratik oylarıyla seçilmiş siyâsetçilere hakaret edip parmak sallayarak başka bir katmanın varlığını ispatlıyordu.
Medyasından iş dünyâsına, spor çevrelerinden sinema-televizyon sektöründe rol kesenlere kadar birçok isim, asıl rollerini vesâyet sisteminde oynadıklarını gösterdiler. Ağzına gelen her şeyi söyleyip tepki alınca “ben sâdece düşüncelerimi ifâde ettim; düşünce ve ifâde özgürlüğümü kullandım” diyerek minik kedi tavırları takınırken, ayrık otlarının en küçük bir ihmâlde ortaya çıkacağını gösterdiler. Kendileri hakkında hiçbir hakaret içermemesine rağmen hiçbir olumsuz eleştiriyi kabul etmeyen bu kesim mensupları, zararlı bir bitkinin saksıyı veya bahçeyi kendisinin zannetmesi gibi bir düşünce yapısına sâhiptirler.
Her ağacın kurdu kendisindendir, sözü gibi bizim toplumumuz da vâsiyet katmanları oluşmasına uygun bir yapıya sâhiptir ve bu doğaldır. Devlet adamlığını sâdece kurdela kesmek, resepsiyon düzenlemek, protokol kurallarını uygulamak zannedip, vesâyet odaklarını besleyen merkezlerde hazırlanıp önlerine konulanları okuyup konuşanların ihmâl ettiği devlet toprağında ayrık otlarının önüne geçmek ve vesâyet yapılarından kurtulmak mümkün olmamıştır.
Bu vesâyetçiler yerde yemek yemekle bilim yapmanın bağlantılı olduğunu zannederler. Bu vesâyetçiler kendileriyle aynı partiye oy vermeyen ülke halkını (onların tâbiriyle “karşı taraftakiler”) câhillikle itham ederler. Bu vesâyetçiler demokrasi ve çağdaşlık laflarını ağızlarından düşürmezler ama aslında demokratik seçimlerde sandıktan çıkanın değil, onların ne istediğinin geçerli olduğuna inanırlar. Bu vesâyetçiler yüze güler ama arkadan vururlar; cesâretleri yoktur. Yapmaya cesâret edecekleri en açık saldırı, kadınların başörtüsünedir. O kadınları yerlerde süründürmekten, ağızlarını kapatıp sahneden indirmekten çekinmezler. Ama “İstanbul Sözleşmesi”nin bayrak taşıyanı da onlardır. En belirgin vesâyetin simgesi olan postal yalamaktan, militarizme methiye düzmekten, kalemlerini satmaktan, devleti Amerika’ya ve Avrupa’ya şikâyet etmekten zevk alırlar, yeter ki vesâyet devam etsin ve ayrık otları hiç bitmesin. 2022 Türkiyesi’nde bile kendilerince “yoklama” çekmek için giydiği üniformadaki albay rütbesine bakmadan kendi emri altındaki askerî mahallerde başörtüsünü yasaklayan talimat yayınlamaktan geri durmazlar.
Bugün gelinen noktada ülkemizde çok katmanlı vesâyet yapısının birçok katmanına ulaşılıp etkisizleştirilmiş olmasına rağmen, bu yapının başka bir katmandaki köklerinden yine faal olmayacağının garantisi yoktur. Böyle bir şey beklemek de saflık ve ahmaklık olur. Ne kadar ıslah edilirse edilsin bir toprak parçasının bakımı ihmâl edilirse ayrık otları hemen çıkacak ve o toprağa yapılan masraf ve verilen emek boşa gidecektir. Asalak bir sülük gibi yapıştığı bünyenin kanını emen bu vesâyet yapısının, verilen emeklerine kıymet verip yapacağından geri kalacağı da düşünülemez.
Enerjisini kaybeden toprak gibi, bol çeşitli vesâyet yapısına sâhip ülkemizin tamâmen olmasa da etkisi azaltılan vesâyet sisteminden geri kazanılan güç ile neler yapılabileceğini son yıllarda dost düşman herkes görmektedir. Acaba vesâyet sisteminden tamâmen kurtulduğumuzda neler yapabileceğimiz bizim hayâlimiz, düşmanlarımızın ve vesâyet odaklarının kâbusudur.