Bu toprağın insanı olarak kadınımız erkeğimiz, gencimiz yaşlımız, zenginimiz fakirimiz, siyâsi tavrı ve dinî inancı ne olursa olsun, bir aşamadan sonra vatan sevgisi, buluştuğumuz en büyük ortak paydamızdır.
Vatan sevgisinin kültürel bir motif olmanın ötesinde, ontolojik bir değer olarak öncelik verildiği nâdir ülkelerden biriyiz. Hiçbir ahlâkî ve etik değere önem vermeyen, kişisel olarak güven duyulmayan kişilere sorulduğunda bile dişe dokunur bir vatan sevgisi vardır. Hiç olmazsa ya İstiklâl Marşı’nı söylerken duygulanır, ya da mehter marşı duyduğunda heyecanlanırlar.
Bu toprağın insanı olarak kadınımız erkeğimiz, gencimiz yaşlımız, zenginimiz fakirimiz, siyâsi tavrı ve dinî inancı ne olursa olsun, bir aşamadan sonra vatan sevgisi, buluştuğumuz en büyük ortak paydamızdır. Bu buluşmada kimin ne kadar samimi olduğunu anlamamıza imkân veren birçok tercüme yaşanmıştır. Ama bazıları da vardır ki son sözleri şudur: Vatan sağolsun.
Vatanın hür ve bağımsız varlığını, kendi sağlığından ve hayâtından öne ve üste koyan bu anlayış, kimileri için bir riyâkârlık ve suistimâl mâdenidir. Dinî açıdan münâfıklık gibi, bu kişiler vatan sevgisini, kendi çıkar ve menfaatleri için tepe tepe ve hoyratça kullanırlar. Sâhibi olduklarını zannettikleri vatan için duydukları sevgi de koca bir zan ve baştan aşağıya riyakârlıktır.
Bu riyâkârlık onlar için o kadar normal ve olağandır ki, kendilerini "en vatansever" olarak markalaştırmaktan ve pazarlamaktan zerre rahatsızlık, çekince ve tedirginlik duymazlar. Makyajla gizlenen çirkinlik gibi, kösele kadar duygusuzlaşmış suratlarından tek bir utanma belirtisi görünmez. O suratlarındaki en ortak özellik de plastik bir maske gibi edindikleri cılk bir sırıtmadır.
Millî kimlikten utanma
Gerçekte olmasalar bile, aslında bu kadar vatansever görünmeye dahi tahammül edemezler. Acılara morfinle dayanabilen ağır hastalar gibi, bu vatanseverlik riyakârları herkesten önce ve en çok kendilerini kandırmışlardır. Sık sık vatansevermiş gibi yapmazlarsa, duygusal morfinin etkisi azalacağı için bu “-mış gibi” yapmayı bir refleks hâline getirmişlerdir.
“Vatansever görünümlüler”, doğup büyüdükleri, ekmeğini yiyip suyunu içtikleri topraklardan, vatandaşı oldukları ve pasaportunu taşıdıkları devletten, mensubu oldukları milletten utanç duyarlar. Hatta bu duygu bâzılarında o kadar fazladır ki, utanmayı aşıp nefret ve tiksinme seviyesine ulaşanlar vardır.
“Vatansever görünümler”in utandıkları millî kimliğe birçok örnek vermek mümkündür. Mirasçısı olduğumuz binlerce yıllık târihe küfretme seviyesindeki nefrete kitaplar dolusu örnek verilebilir. Ama spor konusundaki başarılardan bile rahatsız olmaları söz konusudur. Millî takımlar ya da kulüp takımlarımız olsun, alınan uluslararası başarılardan rahatsız olan bu “vatansever görünümlüler” rakip ülkenin vatandaşıymış gibi üzülürler.
Birçoğumuzun hatırlayacağı 2002 Dünya Kupası üçüncülüğü ilk akla gelen örneklerden biridir. Japonya ve G.Kore’nin ortaklaşa organize ettiği 2002 Dünya Kupası finallerinde millî takımımız dünya üçüncü olmuştu. Elli yıl aradan sonra katılma başarısı gösterdiğimiz finallerde dünya üçüncü olmamızı hazmedemeyen “vatansever görünümlüler” bu başarıyı itibarsızlaştırmak için “grubumuz kolaydı”, “rakipler zayıftı” demekten utanmadılar. Oysa yedi maçta iki defa karşılaştığımız ve yenildiğimiz tek takım olan Brezilya, şampiyon olmuştu. Eleştirecek bir şey bulamayınca millî takımın teknik direktörü Şenol Güneş’in giydiği takımı “hacı kıyâfeti” deyip eleştirenler, Şenol Güneş’in gol sevincini zıplayarak göstermesinden bile rahatsız olmuşlardı. Oysa bu eleştirileri yapanların başında gelen kişi, seneler sonra kendi grubundan aforoza mâruz kalacaktı.
Sportif başarılardan rahatsız olan “vatansever görünümlüler” daha ciddi başarılardan elbette memnun olmayacaktı. Örneğin millî savaş helikopteri ATAK’ın Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından PKK ile mücâdelede başarıyla kullanılmaya başlamasıyla, “vatansever görünümlüler korosu”, boş durmayıp “ama motoru İtalyan” şarkısını söylemeye başladılar.
Bu koronun yapılan altyapı ve bayındırlık yatırımlarını görmezden gelmesi çok normaldir. Hatta “Türk mühendisler yaptıysa kullanmam” deyip Marmaray ve Avrasya tünellerine kulp takmakta gecikmediler. Bu yatırım ve hizmetleri beğenen ve takdir eden yazılar yazan Hıncal Uluç bile, gazetecilik geçmişindeki yayınlar hatırlanarak, “pornocu âbimiz” diyerek aforoz edildi.
Hollanda’ya uçak satan fabrikanın kundaklanıp üretilen uçakların toprağa gömülesi bir yana, millî olanı tahkir etme alışkanlıkları, yerli otomobilde de ortaya çıkmıştır. Lafa gelince “Devrim arabaları” için timsah gözyaşı döken, ama Koç Holding’in yerli otomobil için attığı “Anadol” adımını “kaportasını keçiler yiyor” deyip hor gördüklerini unutan bu “vatansever görünümlüler”, yerli elektrikli arabanın lisanslı ilk prototipi olan TOGG ile “Aman da aynaları da varmış”, “Ay farları da yanıyormuş” gibi seviyesiz paylaşımlarla dalga geçmeyi mârifet bildiler.
Senelerce bağıra bağıra “açtığın yolda gösterdiğin ülküde hiç durmadan yürüyeceğime” diyerek içtikleri andı hiç içselleştirmedikleri için, vatan ve devlet için çalışmak yerine yan gelip yatan ve Avrupa’dan gelen her şeyi millî olana sorgusuz suâlsiz tercih eden bu “vatansever görünümlüler”, nedense üzerinde “Türk Malı” yazan şeylerden alerji olurlar. Hatta hayran oldukları İngilizce olarak “Made in Turkey” yazısını görmek bile onlarda kaşıntı yapar.
Lafa gelince her şeyi onlar yapmıştır. Tüm milletin varlığı, hatta isimlerimiz bile onların lütfudur. Ama çok sevdikleri demokratik yollarla bir türlü iktidâra gelemedikleri için, bir tarafından “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sözü önünde milletin vekili olarak yemin edip, bir taraftan Avrupa’dan ve Amerika Birleşik Devletleri’nden “demokrasi” dilenmekten çekinmezler. Geri kalanlar da onlara büyülenmişçesine ve tam bir adanmışlıkla sosyal ve siyâsî destek verirler.
Aslında onlarınki vatan sevgisi değil, sömürge olma sevdâsıdır. Bu sevdâyı yerine getirmedikleri için efendilerine karşı hep mahcupturlar ve bu mahcubiyeti onlardan medet umduklarını hatırlatarak gidermeye çalışırlar.
Vatanseverlikleri görüntüde olduğu için, onlar vatanı hep kendi istedikleri gibi görmek isterler. Göremeyince içlerindeki riyakârlık, ağacın kurdu gibi, onları içten içe kemirir ve akl-ı selimi kaybetmelerine sebep olur. Dün söylediklerini bugün unuturlar. Bu unutkanlık bâzılarında bir konuşma içinde beş dakika içinde bile gerçekleşir.
Bu ülkede yaşanmazmış
Bu “vatansever görünümlüler” millî olana karşı utanma ve nefretlerini bir de “bu ülkede yaşanmaz” diyerek gösterir. Sanki bu ülke için ellerinden geleni sonuna kadar yapmışlar gibi, hiçbir olumlu tarafını görmek istemedikleri ülkede yaşanmayacağını söyleyip dururlar. Sanki diğer ülkeler onları kırmızı halıyla bekliyormuş gibi, ülkeden gitmenin fırsatını ararlar. Ama başka ülkeye gidince “Türk ve Müslüman kimlikleri”nin yüzlerine vurulacağını ve ikinci sınıf insan olarak muamele göreceklerini bilmezler. Aslında bu ülkeden gitme istemelerinin temel sebebi, başkalarının bildiği ama kendilerine itiraf edemedikleri bu ülkeyi hak etmedikleri gerçeğidir.