Borç verme kararı, ihtiyaç duyduğu uzmanlığın boyutları nedeniyle bir ekonomi içindeki en belirgin maliyeti oluşturur.
Borç verme kararı, ihtiyaç duyduğu uzmanlığın boyutları nedeniyle bir ekonomi içindeki en belirgin maliyeti oluşturur. Finansal kesimin özkaynak büyüklüğü bu maliyetin bir hesabı olarak görülebilir. Bankalar da finans sektöründe bu maliyeti ölçeklemek yani borç verme kararı başına maliyeti küçültmek fonksiyonunu üstlenir.
Fakat bankalara olan ihtiyacın bir diğer yönü de vade uyumsuzluğu riskini üstlenmeleridir. Aslında vade uyumsuzluğu bankaların hem varlık nedeni hem de sistematik riskidir. Fakat Türkiye’de bankalar bir diğer önemli problemi de üstlerinde taşır; dolarizasyonla gelen “döviz cinsi uyumsuzluğu”. Vade uyumsuzluğu bankaya borç verenlerin kısa vadeli borç vermek, borç alanlarınsa uzun vadeli borç almak eğilimidir. Döviz cinsi uyumsuzluğu ise ilk defa bu yazıda tanımlanan bir kavram olarak bankaya borç verenlerle borç alanların farklı para cinslerinden işlem yapma isteğidir. Mesela Türkiye örneğinde borç verenler büyük oranda dolar yahut Euro, borç alanlarsa büyük oranda Türk Lirası cinsinden işlem yapar.
Bu iki probleme çözüm üretmek gerektiği doğrudur; üstelik Türkiye’deki bankaların dünyadaki bankalardan bir katman daha fazla sistematik risk taşıdıkları göz önüne alındığında.
Çözümün merkezi ise her zaman Merkez Bankası olarak görülür. Merkez Bankası, Türk parasının değerinin korunmasından sorumlu kurum olarak bu iki problemin iyileştirilmesine dönük olduğunu düşündüğü adımlar atmıştır ve atmaya da devam ediyor. Mesela geçtiğimiz hafta ROK’la da ilişkilendirerek zorunlu karşılıklarda yaptığı değişiklik bunlara örnektir.
Fakat bu adımlar, istenen sonucu üretmedi, üretmiyor, üretmeyecek. Çünkü aşırı bürokratik bir bakış açısıyla sunuluyor. Otoritesi altındaki bankaların kendileri üzerinden problemler çözülmeye çalışıyor. Oysa problemler bankalara toplumdan transfer ediliyor. Bankalar da varlıklarını muhtaç oldukları bu problemleri devralıyor. Almak zorunda.
Merkez Bankasının piyasa gözüyle sorunların iyileştirilmesine dönük adımlar atması gerekirken hatta diğer düzenleyici oyuncuları denkleme sokması gerekirken kendi zaviyesinden yaptığı girişimlerin karşılığını almak çok zordur. Hatta belki de dolaylı olarak mevduat faiz oranlarını etkileyecek bu adımların kurum içinde çok dahice fikirler olduğu da düşünülüyor olabilir. Ama gerçek böyle değil.
Hanehalkı zorunlu karşılıkların değişmesine tepki vermez. Veremez. Bu yolla mevduat faizi yeterince ikna edici seviyelere de gelmez. Üstelik Türkiye’de dolarizasyon problemi bir faize duyarlılık problemi değil, faiz hassasiyeti problemine daha çok benzer. Gene bu yolla kimse daha uzun vadeli hesap açmak için ikna edilemez.
Merkez bankası zorunlu karşılık üzerinden ilk evvela vade uyumsuzluğunu çözmeye çalıştı tutmadı. Tutamazdı da. Birçok başka politikayla desteklenmesi gerekirdi. Sadece bankalara zorluk çıkarılmış oldu. Geçtiğimiz hafta da daha çok dolarizasyon problemini hedef alarak çözüm üretmeye çalıştı. Bu da tutmaz.
Mevduata verilen en düşük dolar faizi Türkiye’de iken kimsenin döviz tevdiatına faiz almak iştahı olmadığı rahatlıkla anlaşılabilir. Artık daha farkındalık uyandırıcı, daha kıvrak çözümler gerektiği anlaşılmalıdır.
Birçok öneri getirilebilir. Ama yıllardır üzerinde durduğum bir teklifi tekrar gündeme getirmek istiyorum. TCMB’den değil, TMSF’den çözüm bekliyorum. Mevduat güvencesinin vadeye göre farklılaştırılmasının bankaların sistematik risklerine karşı bir katkı sunabileceğine inanıyorum. Uzun vadeyi cazip kılın garantiler sunulması dünyaya da örnek olabilir. Böylece bankaların değil, hanehalkının farkındalığı yakalanabilir. Tedirginlik yaratacağından şimdi değil ama ekonomi daha olumlu bir seyir sunduğunda da Türkiye’de artık döviz cinsi mevduat güvencesini de kaldırabilirsiniz.