Biz üretebilen bir toplumumuz, mesele üretimde değil istikrar ve değer katmakla sorunlarımız var anlatayım…
Ağustos ayında Kudüs’te düzenlenen Mekudeshet (Mukaddes) isimli bir dans- sergi- müzik-kültür festivaline davetliydim. Osmanlı ve Anadolu müzik kültüründen örnekleri, çaldığım çalgı kemane ile birlikte seslendirdim. Eş zamanlı olarak tüm şehirde düzenlenen etkinlikler tüm ay boyunca devam ediyordu. Şehrin en uğrak yerlerinde fotoğraf sergileri, antik eserlerin içerisinde konuşlanmış sahnelerde dans gösterileri, konser salonlarında ve açık hava meydanlarında düzenlenen onlarca etkinlik, hem turist açısından hem de orada yaşayan halkın beğenisine sunuluyordu. Dünyanın birçok ülkesinden davet edilen sanatçılar, o yılın temasını belleklerine kazıyarak, yaz ayının sıcağına ve Kudüs’ün jeopolitik karanlığına karşı duruş sergiliyorlardı.
Bu yazdıklarımı, oryantalist bir yabancı hayranlığı yahut böyle bir festivale davet edildiğim için övünmek olarak algılamanızı istemem. Cebelitarık’ta bir mağara içinde Semah söylediğimde, Almanya’da bir kalenin içerisinde binlerce insana Yunus Emre İlahisi okuduğumda, Amerika’da bir kilisede Zeybek çaldığımda, Fransa’da devasa bir çadırın içerisindeki binlerce kişiye Bahtiyar Vahapzade’yi seslendirdiğimde, Belçika’da, Norveç’te müzelerin içinde aşık havaları seslendirdiğimde hep aynı duyguyu hissettim… Buruk bir gurur… Biz kültür envanterimize yatırım yapmakta, üretimlerimize değer katmakta ve istikrarda sıkıntılar yaşıyoruz. Önceleri kendi öz değerimizi görmemekle başladık, batı hayranlığı ve ötekileştirme vardı… Mücadele ettik…
Yıllar geçti şimdi ise, anlık kazançlar ve bilgisizlik var… İstikrarlı festivaller düzenleyemiyoruz… düzenlediğimiz yerel festivalleri kötü müziğe, değerleri boşaltılmış argümanlara ve günü kurtarmaya heba ediyoruz. Biliyor musunuz ki bu yapıyı tanıyanlar çok iyi bilir, bir şehrin kültür sanat davranışı ve programı en az bir yıl öncesinden belirleniyor. Sadece benim deneyimlerim, örneğin 2019 ekim ayında gideceğim festivali şimdiden biliyorum. Çünkü çok önceden, festival teması ve davet edilecek isimler belli oluyor ve gerekli organizasyonlar yapılıyor. Yönetimler değişse de, festivalin hazırlanma tertibi ve iç disiplini değişmiyor. En önemlisi işin felsefesine haiz yeni üretimler yapılıyor. Yani bir yenilik yeni bir deneme, öneri, tabir uygunsa çılgınlık yapılacaksa bile festivalin mesajını bozmadan, günler süren tasarımlar üzerine yapılıyor.
Bu yazıyı yazmamın asıl sebebi bizi, bize anlatmanın gerekliliğidir. Geçirdiğimiz yaz boyunca kültürümüzün derin miraslarını başlıklarına taşıyan festivallerin müziklerini, olanaklarını, organizasyon biçimlerini gördüm. Yörük müziği, aşıklar, halk dansları, yerel okuyucular ya da ömrünü bir müzik biçiminin en iyi icrasına vermiş kimselerin davet edilmediği ya ilki ya da ikincisi gerçekleşen dönemlik festivaller…
Peki kültür sanat politikası geliştirdiğimizde ne olur? Dediğim gibi geliştirmekte, üretmekte sorunumuz yok, istikrar ve değer katmakla sıkıntı yaşıyoruz. Nacizane yineliyorum, yerel yönetimler, liyakata uygun danışmanlar edinmeliler, milli şuur içinde, yapılacak her etkinliğin, kültüre, millete, sanata, sanatçıya katkısını vizyon olarak görebilen, etkinliğin felsefesini iyi düşünen, tarih bilen, ulusötesi yapımları takip eden akillerle çalışmalılar. Ekip çalışmasının değeri, yaptığınız festivallerin istikrarı ve felsefesiyle açığa çıkacaktır. Sadece ülkemizden değil dünyadan seyre hazır olalım. Türkiye bunu hakkediyor.