Ömer el Beşir'in Sudan'daki 30 yıllık yönetiminin barışçıl ve demokratik yollarla değil, askeri bir darbeyle sona ermesi, ülkeyi daha zor ve büyük sorunlarla karşı karşıya bırakmıştır.
Hâlihazırda Sudan’da devam eden siyasi gerginlik, önce krizi daha karmaşık bir hale getirmiş, sonra sorunların büyümesi ve yerel aktörlerin iradelerinden uzak bir boyuta doğru taşımıştır.
Askeri cunta, kutuplaşma çemberini genişletecek ve gerginliği artıracak şekilde, kendisine bağlı yeni bir sivil hükümet peşinde iken, muhalif güçlerin liderliğindeki Özgürlük ve Değişim hareketi, sokak gösterilerine ve boykot mitinglerine geri dönerek devrimci saha eylemini hızlandırmaktan yana olmuştur.
Kriz, yerel ve bölgesel güçlerin önünü açmış ve sorunu "uluslararasılaştırmaya" doğru itmiştir.
Devrik Cumhurbaşkanı Ömer El Beşir'in silah gücüyle uzaklaştırılması, darbe yönetiminin iktidara el koyması ve geçen 3 aylık süre sonunda ortaya çıkan karamsar tablo, Sudan’ın büyük bir hızla yeni bir sivil savaşa ve ikinci bölünmeye doğru ilerlediğini gösteriyor.
Günümüzde Sudan denkleminin özeti; ayaklanan siyasi partiler ve sivil toplum hareketlerinin demokrasiye hızlı bir dönüş gerçekleşmediği takdirde sokaklardan çekilmeyeceği ısrarlarına karşı; askeri liderler, ülkenin güvenliğini ve istikrarını koruma bahanesiyle, gerekirse güce ve şiddete başvurmaya devam ederek kendilerini sahnenin ortasında tutmaya çalışıyorlar.
Dahası, Sudan’daki pazarlıklar, Kahire, Riyad ve Abu Dabi gibi başkentlerden destek alan ve tereddüt etmeden şiddete başvuracağını açıklayan ordu ile durumu en kısa sürede diyalog yoluyla ve kan dökmeden, erken seçim formülüyle çözmeyi bekleyen birkaç batı başkenti arasında gidip geliyor.
Türkiye ise, Sudan’ı birden fazla sebepten dolayı yakından takip eden bölgesel güçler arasında yer almaktadır.
Şöyle ki;
- Türkiye, Afrika kıtasına ulaşmayı hedefleyen yeni bölgesel stratejik hamlesi nedeniyle son yıllarda Sudan'a özel önem veren ülkelerin arasında ön saflardadır.
- El Beşir Sudan’daki iç sorunlara yönelik karşılaştığı uluslararası baskılara rağmen, birçok kez Ankara’ya davet edilmişti.
- Türkiye ile Sudan arasındaki tahmini ticaret hacmi bir milyar doları aşmıyor. Ancak son yıllarda, Afrika kıtasına açılma stratejisinin bir parçası olarak, Hartum’la milyarlarca dolarlık proje ve yatırımlar imzalandı.
- 2017 yılında ülkenin yeniden inşası konusunda Cumhurbaşkanımızın katılmasıyla gerçekleşen Hartum görüşmeleri ve imzalanan stratejik anlaşmalar. Ankara’nın gerçek hedefleri arasında Sudan ile birlikte Kızıldeniz’e ulaşmak olduğunu ortaya koymuştur.
Örneğin, Türkiye'nin 99 yıl boyunca 780 bin hektarlık bir alana sahip Sudan'da ülkenin altı farklı bölgesinde tarım arazisi kiralayacağına yönelik 2014 anlaşması, Hartum havalimanının inşası için 1.1 milyar dolarlık Türkiye ihalesi, Türk şirketlerine verilen petrol arama imtiyazları ve 100 milyon dolarlık bir tekstil fabrikası yapımı için sözleşme gibi.
Ancak bu anlaşmaların en önemlisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2 yıl önceki Sudan ziyaretiyle birlikte gerçekleşmiştir. Sözleşmeye göre Kızıldeniz’in stratejik limanı Swakin adasının yeniden imarı ve Türkiye ile Sudanın ortak çalışmalarıyla 99 yıl boyunca turistik ve ticari yatırım projelerini gerçekleştirmesi, Ankara’nın uzun vadeli stratejik hedeflerini daha açık bir biçimde ortaya koymuştur.
Bugün ise Sudan’da yaşanan gelişmelerden sonra Ankara'yla yapılan Swakin anlaşmasını askıya alma zarureti muhalifler tarafından sık sık gündeme getiriliyor. İlginç olan husus bu talebin dolaylı olarak bazı Arap devletlerinin medyası tarafından dillendirilmesidir. Tabii ki bu durumun Hartum cunta yönetimi tarafından da ciddiye alınıp alınmayacağı merak konusu.
Aslında bu tür konuları gündeme getiren ve belki krize zemin hazırlayan Türkiye karşıtı lobilerin hedefi bir taş ile 3 kuş vurmaktır: Ankara’nın El Beşir ile kurduğu ittifakları baltalamak, Sudan politikasını çökertmek ve böylece Afrika kıtasından uzaklaştırmak.
Türkiye ise son dönemde ortaya koymuş olduğu politikalar ve yaptığı hamlelerle Sudan’da olup bitenleri yakından takip ettiğini şu mesajlarla vermiş oluyor:
- Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’nun, Türkiye'nin Afrika, Kızıldeniz ve Körfez'de neler olup bittiğiyle ilgilenmesi,
- 2015 yılından sonra Türkiye’nin Afrika’ya yönelik bölgesel hareketliliği, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kıtadaki ziyaret sayısının 18’e ulaşması ve Türkiye ile Afrika arasındaki diplomatik değişim hacmini yedi kat artırdığına yönelik demecinin arkasındaki realite,
- Mısır’ın üst düzeyli subaylarından General Mustafa Kamel'in, Swakin adasının Mısır topraklarının bir parçası olduğunu söylemine karşı tutum ve tepkileri,
- Bazı Arap başkentleri ve İsrail arasındaki kamplaşmaların arkasında, bölgedeki su yollarını denetim altına alıp, hammadde, ticari ve enerji nakil hatlarının kontrol altına alınması ve Türkiye’siz bölgesel bir hamle yapmak peşinde oluduğu,
- Kahire'nin önderlik ettiği bir grup Arap başkenti bugün Libya, Suriye, Somali ve Katar krizini Türkiye'ye karşı kullandığı gibi, Sudan kartını da Türkiye’ye karşı oynamak istemesi ve Türkiye'nin Afrika, Kızıldeniz ve Körfez'deki stratejik hamlelerinin önünü kesmek için harekete geçmesi gibi hedefler söz konusudur.
Bundan hareketle Ankara tarafından ivedilikle yapılması gereken ve cevap bekleyen konuların başında; El Beşir’in devrilme süreci ve Sudanlı subayların ülkedeki siyasi sahneye yerleşmelerinin, Ankara tarafından kabul görmeyeceği gibi Türkiye'nin Sudan ile kurmak istediği iş birliğini sürdürmek niyetinde olduğunu ortaya koymak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bazı ülkelerin önce Sudanı böldüklerini ve şimdi onu yutmaya çalıştıklarını söylüyor. Birden fazla gösterge, bazılarının Ankara ile hesaplaşmak istediğini işaret eder durumda. Ancak her şey gücü devralacak olan hükümetin yapısına ve demokratik yola hızlı bir şekilde geri dönüş yaparak ülkenin yeniden istikrara ve barışa kavuşacağını anlatmak.
Sudan politikamızda taraflar arasında dengeli, olumlu ve şeffaf bir politika geliştirmek.
Sudan'daki durumun hassasiyeti ve komşu Afrika ülkelerindeki politik ve güvenlik ilişkilerin kırılganlığından hareketle, kamplaşmadan uzak, olumlu bölgesel çabaların bir parçası ve arabulucu olmaya hazır olduğunu duyurmak.
Arap Baharı’nın acı tecrübelerini göz önünde bulundurarak, Sudan’daki yangını söndürmek ve yerel tarafları ulusal masanın etrafında tutmak Ankara’nın başlıca hedefi olmalıdır.