Lübnanlılar iki haftadan beri sokaklarda sabahlıyorlar ve hiç kimsenin gücü onları yatıştırıp evlerine geri göndermeye yetmiyor.
Bu yaşananlar Arap Baharı'nın bir uzantısı olmayabilir, ancak Fransa’nın 1943 yılında bu ülkeye uygun gördüğü, Lübnan’ın zengin mezesi kadar meşhur olan CONFESSİONNALİSME’inin nam-ı diğer mezhebe dayalı güç ve siyasi otorite paylaşımının sonu olabilir.
Şarkılara göre Lübnan; coğrafyası, konumu, iklimi, kültürel, dini ve etnik çeşitliliği ile dünyada bir cennet parçası. Birçok birey ve güç bu nimeti bir lanete dönüştürmek için yıllardan beri ona karşı birleşti. Sadece bir yıl önce yeni parlamentosunu seçen ve ülkeyi siyasi, ekonomik ve sosyal darboğazdan kurtaracak yeni hükümetini belirleyen, Lübnan’ı ellilere ve altmışlı yıllara doğru taşıyıp "Doğunun İsviçre’sini” tekrar canlandıracak bir siyasi otoriteyi tayin eden halk, kısa bir süre sonra ayaklanıp devrim ilan etti.
Ender rastlanan bu olayda; 1920 yılında Osmanlı İmparatorluğundan “kurtulmak bahanesiyle” 1946 yılına kadar Fransa’nın mandası altında kalan ve mezhepsel kota rejimine dayalı yeni sistmine “kavuşan” Lübnan gibi küçücük bir ülkede, yüzbinlerce insan tek ses halinde “hepsi gidecek, yani hepsi” sloganıyla sokaklarda.
Nitekim siyasi ve askeri otoritelerin “sonu felaket olur” uyarı ve tehditlerine rağmen çabalarının sonuçsuz kalması ve bu açık tehditlere rağmen kalabalığın gece gündüz sokaklarda kalması, vatandaşların taleplerinin gerçekleşmeden geri adım atmayacaklarını açıkça göstermektedir.
Anlaşılan sokak artık Fransa’nın 1943’te kendisine uygun gördüğü “Maruni devlet başkanı, Şii parlamento başkanı ve Sünni başbakan” şeklindeki kota ve otorite paylaşımı dayatmasını istemiyor. Liyakate, verimlilik ve yeterliliğe, dürüstlük, tecrübe ve sadakate dayalı yönetim görmek istiyor.
Binlerce kişi, WhatsApp kullanımına, başka hiçbir ülkede uygulanmayan, yeni bir vergi koyma kararına tepki için sokaklara döküldü. Ancak protestolar Lübnan'daki birçok siyasi otoriteye karşı durarak işlevini yitirmiş kurumların yeniden yapılandırılmasını, sorumlu kişilerin uyguladığı katastrofik politikalara yeni düzenlemeler getirilmesini ve yeni sosyal, ekonomik ve siyasal kararlar alınmasını talep eden eylemlere dönüştü.
Bilgi doğruysa, yalnızca 6 milyon nüfusu olan Lübnan’ın mali yolsuzluk rakamları yıllık 3 milyar doları aşıyor. Bazı şehir ve bölgelerde, elektrik hala günde 12 saat kesiliyor. Borç rakamları son 12 yılda 40 milyar dolardan 85 milyar dolara yükselmiş durumda.
Mücadele Lübnan’da kemikleşmiş doktrinlerin sembollerini ve parti liderlerinin tahtlarını sarsan protesto ve protestocular ile onları ajanlık ve dış mihrakların kuklası olmakla itham eden kökleşmiş aile ve liderler arasında. Bu kavga kim tarafından ve nasıl kazanılacağının yakından izlenmesi gereken bir bilek güreşine dönüşmüştür.
Yaşanan, zorunlu bir sosyoekonomik hareket olabilir, ancak devam etmesi halinde anayasal bir siyasi ve güvenlik krizine dönüşme ihtimali yüksek. Olaylardan olumsuz bir biçimde etkilenen partiler, siyasi güçler ve mezhepler, karşı harekete geçmiş bulunmakta. Güvenlik güçlerinin kendilerine istediği şeyi vermemesinin ardından, söz konusu güçler destekçilerini, nüfuzlarının ve siyasi çıkarlarının zayıflaması korkusuyla sokağa çıkmaları için teşvik ediyor.
Sorunu ilginç kılan bir başka boyut, sık sık buna benzer durumlarda devreye giren bölgesel ve uluslararası güçlerin bu kez müdahale etmemesi ve durumdan memnun olmasıdır. İran’ın Hizbullah aracılığıyla Lübnan’da ağırlığını ortaya koyması, bu durumun da birçok Arap ve Batı başkentini ve İsrail’i rahatsız etmesi, ülkedeki bu yeni denklemin kurulmasından yana.
Esas olarak yardım ve dış desteğe dayanan devlet bütçesinde 30 yıldan beri devam eden cari açık, ülkenin ayakta kalabilmesi için acilen lazım olan 5 milyar doların bulunamaması. Aslında bu paranın birçok Lübnanlı ailenin elinde olduğu halde hiçbirinin yardım etmek istememesi, tersine kurtuluş reçetesi olarak daha fazla vergi uygulanması, mallara daha yüksek fiyatlar konulması ve düşük hizmetler verilmesi bardağı taşıran son damla olmuştur.
Hükümetin çözümü yolsuzluk ve rüşvetle mücadeleyle değil, yeni borç alımı ve vatandaşa baskı uygulanmasında aramış. Ülkeyi savunmak bahanesiyle elinde silah bulunduran yerel güçler, halkın sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarını görmezlikten gelerek, sokaktaki insanı tehdit edip Lübnan’ı büyük bir felakete doğru itmişlerdir.
Dikkati çeken bir başka husus, İran’a bağlı Şii lider Hasan Nasrallah, Fransa’ya yakın Maruni Gibran Bassil ve Suudi Arabistan’dan destek alan Sünni Saad Hariri’nin yaşanan bu sokak hareketine karşı aynı safta yer almaları olmuştur. Söz konusu dayanışma koltuk ve siyasi imtiyazları kaybetme korkusu değilse ne olabilir? Oysa sokağın amacı, mezhebe dayalı sistemi ortadan kaldırmak, ülkenin servetini elinde tutan geleneksel aileleri devirmek ve gerçek bir demokratik siyasal sistem temelinde ülkeyi yeni ve adil bir erken seçime götürmek.
Lübnanlılar yaşanan durumu değiştirmek için defalarca sokaklara döküldüler. Değişimi başaramadıkları gibi, 1959 ve 1975 yıllarında olduğu gibi her seferinde ağır bedeller ödediler. Nedeni ise iç - dış güçlerin ortak çıkarlarıdır.Geçmişte yaşananlar mı bugün tekrarlanıyor yoksa bu kez farklı şeyler mi olacak?
Durumdan kurtulmak için ordunun harekete geçmesini isteyen kesim de mevcut. Bu kesim en uygun çözüm fırsatı ve ülkeyi sıkıntıdan çıkartacak formülün Lübnan'ın tek garantörü olarak orduya başvurmak olduğunu söylemekte.
Öte yandan güvenilir, yetenekli ve gerçekten vatansever yeni bir ulusal kurucu meclisi bir başka çözüm yolu sayan kesim de var.
Ancak Lübnan’ın yabancısı olmadığı ve sık sık tekrarlanan “la galip la mağlup” (kazanan yok kaybeden yok) formülü de hazır. Üçüncü senaryo her zaman olduğu gibi geleneksel siyasal ve anayasal denklemleri kalıcı olarak muzaffer kılan, Lübnanlılar arasında çok eski bir uzlaşma yöntemidir.
Hangi senaryonun öne çıkacağı önemli olmakla birlikte Lübnanlıların bu kez dışarıdakilerin müdahalesiyle değil kendi iradelerini ortaya koyarak çözüm üretmeleri daha kıymetli olacaktır.