Geçen yazımda enerjinin geleceğinden bahsetmiştim.
Geçen yazımda enerjinin geleceğinden bahsetmiştim. Nükleer enerji santrali yatırımlarının gelecek projeksiyonunda tutabileceği yer ile ilgili önemli referanslar vermiştim. Bugünün Türkiye’sinde enerjide durum ilgi çekicidir. Ekonomik performansımız hakkında ipuçları temin edilecek verilerin yanında stratejik olarak nükleer enerji santrallerinin önemini gösteren veriler mevcuttur.
Türkiye’nin toplam elektrik üretimi 2015 yılı itibariyle 261,783 GWh olarak ölçülmektedir. 1985 öncesinde %60’ın üzerinde hidrolik kaynaklı elektrik üretimi gerçekleştiren ülkemizde kalan üretim ise büyük oranda kömür kaynaklarının kullanılmasından sağlanmıştır.
İlk defa 1985 yılında başlayan doğalgaz kaynaklı üretim bugün itibari ile toplam üretimimizin yarısıdır. Stratejik bir hata olan bu durum dışa bağımlılığımızı artırmakta ve ekonomik olarak cari açık üzerinde baskısı nedeniyle olumsuz makro değerlere neden olmaktadır. Kömürlü üretimin payı %30 olmakla beraber kalori-kazan ilişkisi nedeniyle dışa bağımlılığın bir diğer tarafıdır. Aynı şekilde ekonomimizin makro göstergeleri üzerinde olumsuz etki yapmaktadır. Son dönemde enerji üretiminde yerli kömür kullanılmasına yönelik teşvikler bu bakımdan önemlidir. Aynı zamanda doğalgaz ve petrol arama faaliyetlerimizin hızlanması (Barbaros gemimizin sondaj faaliyetleri) çok kıymetlidir. Ancak enerjide aklımız başımıza geç gelmiştir denebilir. Sürekli HES yapımlarının protestosu sorunlarıyla gündem oluşmasına rağmen hidrolik kaynaklı üretimin payının düşüyor olması ise ilginçtir.
Tüketim değerleri incelendiğinde ise arz fazlası olduğu görülebilir. Elektriğin depolanamayan bir ürün olması arz ve talep dengesi gerektirir. Teknolojik gelişmelerin hızını olumsuz etkileyen sorunlardan birisi olarak depolama probleminin önemini vurgulamak gerekir.
Elektrikte arz fazlamız bulunmasına rağmen üretimin dışa bağımlılığının neden olduğu maliyet nedeniyle tüketim maliyetleri de yüksektir. Tüketimin dağılımı ise ekonomimizin gelişimi hakkında fikir verici özelliktedir. Verilere göre tüketim tarafında sanayinin payı %70’lere dayanan 1970 yılına göre 2015 yılında %47 seviyelerine düşmüştür. Buna karşılık ticaret tarafında aynı periyotta enerji tüketimi %2 seviyesinden %20 seviyesine yükselmiştir. Bu verinin ekonomik yansıması milli gelir içinde tüketimin payının, üretim (sanayi) aleyhine yükselmesidir. Büyüme trendimiz içinde sanayi tarafında elektrik tüketiminin %70 olan payını koruyabilsek bugün fevkalade istihdam ve refah düzeyine ulaşmış olabilirdik.
Sanayinin elektrik tüketimi içinde payının azalması toplumsal sosyo-ekonomik dönüşümün yanında en pahalı üretim girdisi özelliği taşıması nedeniyledir. Bugün sanayi tarafında elektrik maliyetlerine katlanmak güçleşmektedir. Sanayi şirketleri cirolarının %10-15’i civarında elektrik maliyetlerine katlanmaktadır. Bu maliyetler sanayi tarafında şirket karlılıklarını, dolayısıyla büyümelerini ve sürdürülebilirliklerini olumsuz etkilemektedir.
Umulur ki nükleer enerji santralleri elektrik faturalarına olumlu etki yapsın. Ancak böyle bir etki özellikle doğalgaz kaynaklı üretim yapan işletmelerimizin hayatını devam ettirmesine imkan tanımaz. Bu nedenle santrallerin devreye girmesiyle kısa-orta vadede fiyatların düşmesine izin verileceğini beklemek güçtür. Bu bakımdan halimiz ne şiş yansın ne kebap misalidir. İlla ve ancak sanayi tarafında elektrik maliyetlerinin düşürülmesi elzemdir yoksa milli gelirin kırılımı arzuladığımız biçimde gelişmeyecektir.