Son yıllarda içinde "târih" kelimesinin olduğu tamlamalar çok popüler.
Târih kitapları, târih programları, târih dizileri, târih filmleri, târih gezileri, târih sohbetleri ve daha nice târih konulu faaliyete şâhit oluyoruz.
Bir tarafta târihin böyle popüler hâle gelmesinden yararlanmak için, selden kütük toplama kurnazlığı yapıp târih konulu işlere yoğunlaşanlar var. Diğer tarafta ise, hiçbir şahsî irâde göstermeden sâdece Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan gündeme getirdiği için, benzer şeyler yapanlar var. İkinci taraftakilerin birinci taraftakilere göre en büyük dezavantajı, yaptıkları şeyler hakkında yeterli altyapıya, tecrübeye ve daha önemlisi müktesebâta ve kültüre sâhip olmamalarıdır. Yaptıkları şeyi içselleştirmiş değiller; yâni yaptıkları işe kendi tanımlamamalarını ve kendi anlamalarını yansıtamıyorlar.
Bunca faaliyet içinde her iki tarafın yaptığı işlerden yarınlara ne kalacağı konusunda müspet düşünmek için bir hayli zorlanmak gerekiyor. Birinci tarafın derdi, küplerini doldurmak ve kendi mahallelerindeki yerlerini sağlamlaştırmak olduğu için, niyetleri ile gelecekteki belirsiz âkibetleri arasında çelişki göremiyorum. Ama olan yine suistimâl ettikleri değerlerimize oluyor. Onlar için bugün târih dizisi, yârın gençlik dizisi ya da aşk ve entrika dizisi fark etmiyor.
İkinci taraftakiler ise son on beş yılda sunulan imkânlarla kazanmaları gereken kültürel birimin eksikliğini içindeler. Bu altyapının elzem olduğunun farkında bile değiller. Özgeçmişlerine yazdıkları okulun altına bir de İngiltere ya da Amerika’da gittikleri üç-beş aylık bir dil kursu adı yazınca allâme olup çıkıyorlar. Birkaç iltifat alınca da burunlarından kıl aldırmıyorlar. Ama yaptıkları işi yüzlerine gözlerine bulaştırdıkları belli olmasın diye, karşı tarafın kapısını çalıyorlar.
Yapım tekniği ve kullanılan teknoloji açısından eksiği değil fazlası olan târih dizileri, her kanalın âdeta “yayın farzı” hâline geldi. Muhteşem Yüzyıl ile eşik atlayan târih dizileri, TRT’deki yapımlarla, dizi yapımcılığında baskın duruma geldi.
Eskiden komedi ve sitkom diziler, ağa dizileri, mafya dizileri, plaza dizileri farklı kanallarda farklı günlerde ama aynı yayın döneminde seyirci paylaşırken, günümüzde durum değişti. Eskiden diziler, Avrupa kupası maçları olduğu gün, “özel bölüm” ile tekrar yapar ve yeni bölüm yayınlamazlardı. Ancak artık derbi maçları bile târih dizilerinin yayın takvimini etkilemiyor.
Diriliş-Ertuğrul, Payitaht-Abdülhamid, Kut’ul-amâre gibi örneklerden sonra, iddialı bir şekilde yakında yayına girmeye hazırlanan Fatih Sultan Mehmed dizisi yukarıda söylediklerimin birer ispâtıdır.
İyi ya da kötü, doğru ya da yanlış, gerçek ya da kurgu olsun, târih dizileri târihin popülerliğinden aslan payını alıyor.
Ancak târih bize masal dinlemek ya da seyretmek için mi lâzım? Bunu okullardaki târih dersleri zâten yapıyor. Târih ile ilgilenirken bütün bedenimizle târihe döndüğümüzde geleceğe arkamızı dönmüş olmuyor muyuz? Geleceğe güçlü bakmak, geleceğe arkamızı dönüp kafamızı ve bedenimizi geçmişe gömmekle mümkün olur mu?
Daha düne kadar bâzı kesimler, küfrettikleri târihimiz, şimdi para ediyor diye yere göğe koyamıyorlar. Dün Cihangir’de oturup ağa dizisi yazanlar, şimdi yine aynı yerlerde oturup târih dizileri yazmaktan geri durmuyorlar. Bu gerçek bile, târih ile olan temâsımızda dikkat etmemiz ve düzeltmemiz gereken şeyler olduğunu göstermeye yeter. Târih ve özellikle Osmanlı-Türk târihi bu kesimler için, yanından yol geçince fiyatı artan tarladan çok da farklı değildir. Meydana bunlara bırakmamak için yapılan şeylerde onlara benzeme girdabına kapılmak, onların yaptıkları suistimalden daha derin yaralar açmaktadır.
Târih konusuna hasbî ve millî niyetlerle yaklaşan ve dizi veya film yapıp kitap yazanların dikkat etmesi gereken husus budur. Târih önemli mi, yoksa sâdece para mı ediyor? Târihten ders almak ile tarihe gömülmek arasındaki ince sınıra dikkat edilmesi gerekiyor.