Amerika, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından tüm dünyada serbest ticareti savundu.
Yok, yok. Gerçek film ile ilgisi yok. O daha 2017’de vizyonu girecek. Ama bugün yaşadıklarımız sanki bu film serisinde anlatılıyor gibi. Bilirsiniz o filmlerde bir de ticaret federasyonu vardır. Hangi altı çok çizilmez ama “ticaret federasyonu” olmayacak iş değil zaten. Bugün dünyada yaşanan sıkıntı temelinde de bu.
Amerika, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından tüm dünyada serbest ticareti savundu. Avrupa, daha sosyal uygulamalarla onu takip etti. Önceleri askeri birliktelikler olarak başlayan yakınlaşmalar ticaret federasyonlarına dönüştü. Amerika’nın isteği belliydi. Bütün ticari sınırlar kaldırılsın ki böylece üstün Amerikan şirketleri tüm dünyaya mal satabilsin. Bu uğurda işgal ettiği Japonya’ya ordu kurma yasağı bile getirdi. Almanya ise federasyon şeklinde düzenlendi, yurt dışı askeri faliyetlerde bulunması kısıtlandı. Hepsi, askeri bakımdan güçsüz, ama ticari bakımdan ortak olunabilecek ülkeler haline getirildi.
Soğuk savaş dönemi, bu kararları geçersiz kıldı. Çünkü 1990’lere uzanan dönemde, Varşova Paktı’na karşı ticaretin yanında askeri güce de ihtiyaç vardı. Öyle böyle yuvarlanarak ve bizim gibi ülkeler çokça acı çekerek bugünlere geldik.
Amerika’nın kuzey ve güney iki komşusu, Kanada ve Meksika ile NAFTA ticaret anlaşması var. Belli ki bu anlaşmalarda hakim güç Amerika. Şimdi Trump bunu bozmak istediğinden bahsediyor. Bunun dışında, arka bahçesi olarak gördüğü Güney Amerika ile de isimleri ancak harflerle kodlanarak anılabilen bir sürü anlaşması var. Brezilya en büyük pazarlarından biri.
Bu ülkeler sınırlarını Amerikan mallarına açarken, ona Amerika’da üretilmesi sıkıntılı ve emek yoğun ürünleri satıyorlar. Bu dengesi bozuk ticaret de, fakir ülkelerden zengin ülkeye giden yasal-yasadışı göçlerle dengeleniyor. Bu sayede hiç bir Amerikalı portakal toplamak zorunda kalmıyor.
Şimdi Trump bu dengeyi bozmaktan bahsediyor. Meksika sınırına duvar çekince zannediyor mu ki, kendi malları serbestçe karşıya geçebilecek. Bunun elbet bir bedeli olacak. Belki Meksika’da üretilen mallar Amerika’ya daha pahalı gümrük vergileri ile girecek ve bu yüzden içerideki işsiz Amerikan vatandaşları üretime katılacak. Ama bunun bedeli, Amerikan halkının bir çok şeyi daha pahalı alması olacak.
Obama yönetimi Avrupa Birliği ile serbest ticaret anlaşması yapmaya çalışıyordu. Şimdi o da tehlikede. Trump Avrupa kapısını da kapayabilir.
Ama anlaşılan Trump’un ana hedefi Çin. İklim değişikliği teorilerinin suçunu bile ona yüklüyor.
Çin kapılarını açarken kapitalistler ‘her bir Çinli aile bir buzdolabı alsa, parayı bulduk’ hayalindeydi. Çinliler buzdolabı aldı. Ama kendi ürettiklerini.
Çin batılı kapitalistlerin hayal edemeyeceği birşeyi yaptı. Olağanüstü üretim gücü ile dünya ticaretini şekillendirmeye başladı. Ucuza ve çok üretti. Evet kalite sıkıntısı vardı. Ama parayı versen kalitelisini de üretirlerdi.
Çin dünya ekonomisine aslında çok büyük katkıda bulundu. Çin’in üretimleri sayesinde dünya enflasyonu düştü. Daha ucuza üretilen mallar ile batılı tüketicilerin cebinden daha az para çıktı. Bizim gibi ülkeler ise maalesef bu silindirlerin arasında ezildi.
Trump, şimdi kurulu bu ticaret dengelerini bozacağını söylüyor. Gerekçesi, Amerikalılara iş yaratmak. Ama bunun bedeli olmayacağını sanıyorsa yanılıyor. Diğer ülkeler, yani Amerika dışındakiler, “Biz sınırlarımızı açalım. Amerikan malları gelsin. Ama biz ona mal satamayalım. Ne güzel” mi diyecekler zannediyor?
Çin ve Rusya bastırıyor
Şimdi üst yazının başlığında da anlattığım gibi sırada ticaret savaşları var. Bu savaş ABD, Çin ve Rusya arasındaki yeni cephelerle büyüyor.
Peru’nun başkenti Lima’da yapılan Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) zirvesi bu durumu daha da belirginleştirdi.
Çin açık bir şekilde, “Amerika isterse oyundan çıkabilir. Dert etmeyin ben varım” mesajını verdi. Rusya ve Çin, Asya-Pasifik bölgesinde, içinde Amerika’nın olmadığı bir ticaret birliği için kolları sıvamış durumda. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, ülkesinin kapılarını yabancı yatırımcılara sonuna kadar açacağını belirtti.
Çin’in mesajı çok belli. Ülkesini Trans Pasifik Ortaklığı’ndan (TPP) çıkaracağını açıklayan Trump’un tersine, 21 üye ülkeye “Ben liderlik ederim” demek.
Çin, Amerika’nın içinden çıkmasıyla muhtemelen çökecek olan TPP’ye karşı Asya-Pasifik’te Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP) anlaşmasını zorluyor.
Çin, Latin Amerika ülkelerini “Tek kemer, Tek Yol” sloganıyla kendi başını çekeceği ticari anlaşmaya katılmaya ikna etmeye çalışıyor.
Bu durum, Asya-Pasifik Bölgesi’nin köken itibariyle belki en “Batılı” ülkesi Yeni Zelanda’nın da uykularını kaçırıyor. Yeni Zelanda, kendisinin ve diğer ülkelerin Amerika’nın keyfini sonsuza kadar beklemeyecekleri uyarısında bulunuyor.
Yeni Zelanda açıkça, “Eğer Amerika yoksa boşluğun doldurulması gerekiyor. O boşlukta Çin tarafından doldurulacak” diye uyarıyor.
Şimdi bütün bu gelişmelerin ışığında, Türkiye – Avrupa Birliği ilişkilerini veya Şangay 5’lisi tartışmalarını bir daha düşünmek istersiniz belki.