Evet, aklıma takılan bir kaç şey var ve bu nedenle böyle bir başlıkla bu haftaki spor içerikli köşe yazıma başlamak istedim..
Sporumuz zaman zaman bizleri şaşırtan “bu da olur mu” denen şeyleri her zaman gündeme getiren ve ilginç mozayiği olan bir alan. Pek sık olmasa da, bizleri şaşırtan bazı başarılarımız olmuyor da değil. Ancak, son zamanlarda bu başarılar genelde bireysel sporlarda ve çoğunlukla da genç sporcularımızın kazandığı başarılardır.
Amatör ve bireysel sporlarımızdaki başarıların öne çıkması için büyük organizasyonlar gerekiyor. Örneğin; Dünya Şampiyonaları veya Olimpiyatlar gibi. Buradaki sporcuların kazandıkları başarılar gümdemde çok yer aldıkları için başarılı sporcular daha çok tanınıyorlar ve gerideki sporculara iyi birer örnek olabiliyorlar.
Eskiden bu tür büyük organizasyonlar özellikle tek kanallı televizyon yayınlarını yapan TRT tarafından yayınlanır ve çok büyük kitlelere ulaşır ve orada gösterilen başarılar çok daha önemsenir ve uzun süre gündemde kalırdı. Örneğin; Olimpiyatlar, Dünya Şampiyonaları, yapıldıkları dönemlerde Türk sporseverlerinin merakla izledikleri ve takip etikleri organizasyolardı.
Ata sporumuz, serbest ve grekoromen güreşler, Naim Süleymanoğlu’nun başarılarıyla gündemin birinci sırasına yerleşen halter ve ardından bizi zirveye çıkaran halterdeki dünya başarılarımız.
Zaman zaman boksta, devşirme sporcularla yaşanan atletizm başarıları, bireysel sporlarda yüzümüzü güldüren olaylardır.
Ülkemizde en önemli spor dallarından futbol yaşantımızın her anında olan ve fanatikleşen taraftarlıkların yaşandığı takım sporudur. Toplumumuzun çoğunluğu için varsa yoksa futbol tam bir tutkudur. Bu tutkuya rağmen, başarılar kitabımızın futbol sayfalarında çokça başarılarımız yazmaz. Takım sporu olarak ulusal düzeyde 2000’li yıllarımızın başlarında futbolda bir dünya üçüncülüğümüz var. Ama her nedense o başarımızı, çok uzaklarda olduğu için mi nedir, anılarımıza hapsettik gittik.
Bunun dışında gerek dünya kupalarında ve gerekse Avrupa Şampiyonalarında, değil başarı, genelde bu şampiyonaların eleme gruplarından çıkıp bir adım ileri gidemediklerimiz de olmuştur.
Kulüpler bazında ise; Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Kupa Galiplerinde bir kaç kez çeyrek finallere çıktığımız olmadı da değil. Asıl 2000’li yılların başında Galatasarayın UEFA kupasında şampiyon olması ve ardından Real Madrid’i yenerek Süper Kupa’yı alması, futbolumuzun spor tarihi kitabındaki en şatafatlı sayfalarındandır.
Takım sporlarında zaman zaman, münferit kısa süreli başarılarımız da olmadı değil.
Şu bir gerçek, az da olsa, futbolumuzdaki başarıların adresi daha çok kulüp takımlarımızın kayıtlara geçen başarılarıdır.
Futbol tutkusu toplumumuzun en önemli fenomenidir. Bazı şeyler başarmak için yoğun çaba harcıyoruz, Dünya ve Avrupa Futbolunda kendimize iyi bir yer edinmeye çalışıyoruz, Ama nedenini hiç bilemediğimiz bir şekilde o başarıların çok uzağında kalıyoruz.
Çok önemli bir gerçek var ki; Dünya için futbol, hem çok gözde bir spor dalı, hem de çok büyük bütçeleri ile bir sanayi dalı. Futbol artık inanlımaz bütçeleri ile ulaşılmaz yerlere doğru elimizden kayarak gidiyor gibi. Bu sanayiye bütçeler olarak yetişemeyeceğimiz gibi, teknik, yaratıcılık ve en önemlisi futbol mantığını kavrama biçimi olarak ayak uydurmamız çok zor görünüyor. Futbol Federasyonları ve kulüp yönetimleri ise iyice profesyonelleşmiş.
Neredeyse bir holding yönetir gibi özenle yönetilmekteler. Aslında doğrusu da bu. O kadar büyük bütçeli ve de muhteşem rekabetin yaşandığı bu sektör böylesine dikkatli yönetilmelidir.
Dünya futbolunda başarıyı yakalayan uluslar ve takımları, bu yönetim biçiminin tüm inceliklerini çözmüş, temaşa sporu olan futbolun iyi oynanması için tüm uygun ortamları kurgulamışlar.
Biz ise hala kafamız karışık bir toplumuz bu konuda. Neleri, nasıl daha iyi yapmalıyıza hala karar verememişiz.