Sonbahar gece gibidir. İnsanın varlık zannettiği her şeyden soyunduğu andır. Allah'ın celâlî tecellîsi insanı hakîkaten vurduğu için varlıktan soyunmak hiç de kolay bir iş değildir.
Burada Allah’ın celâlî tecellîsi negatif bir etki olmayıp, sadece kuvvet ve kudret ile yeniden yapılandırmak üzere bir şeyi yok etmesidir. Bahçıvanın ağacı budamasındaki, çiftçinin ekini biçmesindeki hikmet gibi… Dolayısıyla her acı insan için bir sonbahardır.
Ancak bazen gaflet gelir insana… Biz buna bast ve kabz hâlleri arasındaki geçiş diyoruz. Bu gaflet anında, yani Allah’tan uzak olduğu anda insanın gönlü içinde tam bir sonbahar oluşur. Mâneviyat ağaçları yavaş yavaş yapraklarını döker. O zaman insan gönül bahçesinin tekrar düzene girebilmesi için bir bahçıvana ihtiyaç duyar, çünkü bu bahçıvan yaprak döken ağaçların budanıp yeniden nasıl yeşereceğini en iyi bilen kişidir.
İşte bahçıvan burada mürşid-i kâmil’dir ki insanın varlık bahçesini yeniden oluşturur. Mürşit bu celâlî mevsimin, gafletin, insan için ne kadar büyük bir lûtuf olduğunu hatırlatarak, hâdiseler sonbaharının insan üzerindeki negatif etkilerini siler. Çünkü insan, yalnız ilkbahar ya da yazı yaşasaydı, suyun nerede olduğunu soran balıklar gibi bu devamlı cemâl hâlinin kıymetini bilemezdi. Ama insan sonbahar mevsimini de yaşar ve o zaman, “Çok şükür ki, bunun arkasından gelecek baharlar var ve elbet yeniden yaz gelecektir” diye düşünerek ümitlenir. Bu düşünce ve celâl ve cemâl tecellîleri arasındaki gidiş geliş de onda yaşama zevkini oluşturur.
Allah ile irtibatın zevkine varabilmek, ara sıra o irtibatın kesintiye uğramasıyla mümkündür ki, basîret gözüyle bakan insan için bu bir lûtuftur. Tabi bu gaflet kesintilerinin çok fazla olmaması şartıyla…
Hocamız Ken’ân Rifâî bunu anlatırken nohut yemeği örneğini veriyor. Nohut, diyor, kaynarken iyi pişmesi için az ateşte yavaş yavaş kaynaması gerekir. Ara sıra birer bardak su ilâve edilir ki, azalan suyu çoğalsın ve iyi pişsin. İşte gafleti, bu örnekteki su olarak değerlendirmek gerekir. Ocaktaki yemeğin içine bir bardak yerine bir kova su boşaltırsak, o zaman nohutun pişmesi imkânsızlaşır. Tıpkı bunun gibi, eğer gaflet anlarımız çoğalır ve içimizdeki sonbaharlar uzarsa, o zaman da gönül bahçemizdeki ağaçların mânevî meyveye dönmesi zorlaşır.
İnsanın sonbaharda yaprağı dökülmeyen ağaçlar gibi hiç dökülmeyen ağaçları vardır. Onlar kışa hazır olan, her dâim yeşil olan ağaçlardır. Onlar insanın gönlündeki tecellîlerdir ve onlar dâima yemyeşildir.
Allah’ın celâlî tecellîleri insan vücûdu içinde yeniden yapılanmayı sağlar. Ama bu tecellîlerin üzerimizdeki tesirlerini uzatmamaya gayret etmelidir.
Sonbahar “mürşidin celâline” benzer ve Hz. Mevlânâ da bize bu celâlden kaçmamamızı öğütlüyor. O mânâsı ilkbahar gibi olan, Allah’ın Cemâl tecellîsi olan mürşidin, sonbahar gibi olan Celâlinden kaçma, diyor. Çünkü bu sonbahar, seni yeniden yaza hazırlamaktadır. İnsanın kendi nefsinin celâli de sonbahar gibidir ve o nefsanî sonbahar insanı gaflete götürür. İşte Hz. Mevlânâ kaçacaksan o sonbaharın celâlinden kaç diyor. Yani nefsimizin etkisini uzun tutmamamızı öğütlüyor. O gaflet anları bizim nefsimizin azdığı anlardır. Meselâ insan nefsanî öfkelerde Allah ile irtibâtını keser. Öfkesini ve gayzını uzattığı nispette, gafleti ve Allah’tan uzaklığı artar. Yalnız, beşer olmak sebebiyle, bazen öfkelenebilir ya da bazen kendisinden istenmeyen farklı hâller zuhur edebilir… Mesele bu öfke ateşini Allah aşkının suyu ile bir an evvel söndürebilmektir. Allah hepimize her nefes yeniden yapılanmayı nasip etsin ve maddî mânevî yaşadığımız sonbaharları da buna vesîle kılsın inşallah.
Çocukken sonbahar ile ilgili bir şiir yazmıştık kardeşimle berâber, küçücüktük ama sonbahar mevsimi bizi çok etkilemişti. Baharda yemyeşil olan o yaprakların, sonbaharda sararıp solmaları ve yere düşüp hayata veda etmeleri, çocuk aklımız ve gönlümüz üzerinde büyük bir tesir uyandırmıştı. Kardeşim Âsuman’ın şiir kitabında o şiir var. Berâber yazmıştık, “Yapraklar yığın yığın yerlerde” diye yaprakların dönüşümlerini anlatıyor. Ama sonbahar benim için her zaman yaşlılık dönemini hatırlatır. İnsanın çok yaşlanmadan önce yaşadığı, o çok yaşlılıktan önceki devreyi… O devre bugüne kadar benim için çok korkuluydu. Ama ben artık o devreyi yaşıyor ve ne kadar zevkli olduğunu görüyorum. İnsanlar Allah aşkı ile dolup ebedî hayat bulunca, ömür sonbaharının zevklerini çok hoş idrak ediyor. Birçok şey eksiliyor, belki her gün bir özelliğin gidiyor ve her gün güzelliğinden bir şey azalıyor… Varsın eksilsin, çünkü şimdi anlıyorum ki insanın mânevî güzelliği, maddî güzelliğinin yok oluşuyla birlikte artıyor.
Demek ki, insanda sonbaharda yaprağı dökülmeyen ağaçlar gibi hiç dökülmeyen ağaçlar var. Onlar kışa hazır olan, her dâim yeşil olan ağaçlardır. Onlar insanın gönlündeki tecellîlerdir ve onlar dâima yeşildir. Eğer gönlümüz ormanımız içindeki o ağaçları özenle büyütürsek bu yaprak dökümlerinin üzerimizdeki etkisi son derece azalır. Hatta kendimizi bile şaşırtacak bir samimiyetle bu dökülüşten mutluluk bile duyabiliriz. İşte benim için sonbahar, bu demektir vesselam.