Kulluğun en güzel örneği ibâdet ve şükürdür, ibâdetin gâyesi de şükürdür.
Maalesef günümüzde, çevrede en ufak bir negatiflik olunca bunu büyütmek ve yok olmaya doğru gittiğimizi düşünmek, insanın hem kendini hem de çevresini negatif etkilemesinden ibârettir.
Zîra yapanın-yaptıranın Allah olduğunu bilen gerçek insan, reaksiyon değil, aksiyon insanıdır. Evet, hâdiseleri görür, görmemezlikten gelmez fakat dünyanın sıkıntısını hisseder. Buna karşılık yapılacak tek şey; hizmet ve mutlu olmayı bilmektir, çünkü Allah kulunu şükür için yaratmıştır.
Kulluğun en güzel örneği ibâdet ve şükürdür, ibâdetin gâyesi de şükürdür.
Dolayısıyla bugünkü sıkıntılar ‘Zülcelâli ve’l-ikram’ın göndereceği ikramlar öncesi celal yüzünü göstermesiyle alâkalıdır.
İnsan yapanın-yaptıranın Allah olduğunu görürse, aradan başkalarını kaldırır. Başkalarına düşman olmaktan vazgeçtiği zaman da huzur ve mutluluğa erer, dünyâda cenneti yaşar. Şöyle düşünür; “Bu benim için bir fırsattır, keşke daha çok fakire erişebilsem üç kuruşumu ya da bir lokma ekmeğimi onlarla paylaşabilsem. Bu, öyle bir devrin gelişidir.
İnsanları, bütün dünyâyı etkileyen, sanki üçüncü dünyâ savaşı gibi gözüken bu virüs, aslına bakarsanız henüz iki senede, Allah'ın gönderdiği bu sıkıntıdan şikâyetçi olmamızdan dolayı tekrar tekrar insanı rahatsız ediyor.
Eğer şükretmeyi öğrenirsek ortada ne hastalık kalacak, ne sıkıntı. İnsan her belâ ve sıkıntıda kalbinde huzur ve mutluluk bulursa ya da belâyı ‘belâ’ olarak görmezse, tasavvufla ilgileniyor demektir, Allah aşkı onda hâkim demektir.
Bizler bu tür çalışmalarla meşgûl olup bunları etrâfa aşılamaya çalışan insanlar olarak hep hizmette olmalıyız, çünkü hizmet; kula değil Allah’a hizmettir.
Bunu idrak ettiğimiz zaman, gece yattığımızda kendimiz çok huzurlu hissederiz. İşte cenneti dünyâda bulmak, bu demektir. Cennetin bir adının ‘şuğul’ olduğunu düşünürsek; şuğul, meşguliyetten gelir.
“Bu tür hâdiseler Peygamberlik vazîfesi yapar” diyor Hz. Mevlânâ; iyiyi kötüden ayırır ve meşguliyeti sağlar, çünkü hizmet edecek çok şey vardır. Gerek konuşarak, gerek hâl ederek, gerek yardım ederek hizmetimizi artırmalıyız.
Bir de siz hep diyorsunuz ya; “Mikrop vücûda girdiğinde Allah “Hasta et!” emri vermezse, o mikrop hastalık yapamaz.
Kesinlikle doğru. Bir mikrop bir vücûda girerse, Allah “Hasta et!” emri vermezse, o mikrop hastalık yapmaz.
İşte bugün de gördüğümüz, aynı evde bazılarının hastalanıp, aynı yatakta bile yatıp diğerlerinin hastalanmayışı, tamâmen Allah'ın takdiri ile alâkalıdır. Allah indinde her şey hayırdır, ‘şer’ diye bir şey yoktur. Oysa biz, ufacık bir şey nefsimize zor geldiğinde, onu ‘şer’ olarak görüyoruz. Şükretmeyi bilen, hayâtından her an memnundur ve bu hâdiseleri bir fırsat olarak görüp Allah'ı ile temas hâlinde olur. Biz buna ‘râbıta’ diyoruz. O râbıta da bizi mutlu eder.
Evet, bugün maalesef sosyal medya, fakirlik ve felâket projeleri yapıyor. Hâlbuki hepsi Allah’a âittir. Bundan seneler önce de, ‘gök delindi, yakında kıyâmet kopacak’ gibi bir sürü teoriler vardı.
Benim îman ettiğim tek bir şey var; Kur’ân. Kur’ân’da Kevser Sûresi’ne göre; dîni, îmânı, Allah’a olan güveni ve Peygamber sevgisini negatif olarak etkileyen her tür teori, kişi ebter olmaya, yâni soyu kesilmeye mahkûmdur. Bunların hepsi geçici şeylerdir. Allah, genlerle oynanmasını istediyse, bir ilim ortaya çıkardıysa gene Allah oynar, kulun böyle bir hakkı yoktur. Kulun elinde bir kuvvet ü kudret de yoktur. Şunu unutmamalıyız ki; Allah gerçekten bizi sevgiyle yarattı ve bizi çok seviyor. O, biz “Allah’ım” demeden “Kulum” diyerek bizi taltif etti ve yüceltti.
Bunları hisseden insan için, hüzün ve korku kalkar.