Doğru okudunuz.
Doğru okudunuz.Evet, siz hiç erkek oldunuz mu? Ben şöyle bir kaç saat oldum. Yani öyle böyle değil, en yükseğinden empati girdabının içine atladım ki, tekrar ben zor oldum diyebilirim. Olay şöyle başlıyor.
Yine bir iş bitimi eve dönüş klasiği. Yorgun argın biraz da söylene söylene topukluları bir kenara atıp havlamalar eşliğinde spor ayakkabılarımı ayağıma geçiriyorum. Bütün suratsızlığım ve söylenmelerime rağmen Samuray tüm neşesi ile kuyruğunu sallaya sallaya beni bekliyor. Kulaklıkları kulağıma takıp ilk seçtiğim radyo frekansını da ayarlıyorum. Ve günün anlam ve önemini anlatan şarkı, Ebru Yaşar ‘’Ben Ne Yangınlar Gördüm’’ müziğimiz de hazır. Merdivenlerden söylenme, havlama ve Ebru Yaşar sesleri birbirine karışarak iniyoruz. Satış Meydanı sokağından biraz aşağı doğru ilerledikten sonra şöyle sola doğru köşeyi döndün mü, Boğaz’ı da gördük mü tamam. Biraz daha yürüyüş moduna geçiyorum. Artık hafif bi tebessüm bile var yüzümde. ‘’Aslında fena değil bahane oluyor işte yürümek, spor’’ benzeri cümleler bile geçiyor içimden. Karşıdan fena sayılmayacak hoşlukta biri olduğunu düşünüp umut ettiğim, ki o uzaklıktan sadece ben umut edebilirim. Uzağı çok net göremediğim gibi, bir de astigmat var. Benim gibi olanlar bilir, o an istenilen mesafeye varılana kadar, içten geçen sözler hepimizde aynıdır diye düşünüyorum “acep tanıdık mı? tanıdık değilmiş niye sırıttım tüh” “şu gözleri yaptırmalıyım artık’’ gibi bir sürü olaylı cümle anlayacağınız. Görüş mesafesine ulaşıldıkça anlıyorum ki tanıdık değil. Sorun şu ki, bana değil Samuray’a sırıtıyor. En azından bir hayvan dostu diye kendimi avuturken, artık burun burunayız. Tam eğilip baş okşama hamlesi yapacak ama yapamıyor. Önce beli kilitlendi sandım. Çok değil birkaç saniye sonra, vücut dili ele veriyor ki. Hayvan dostumuz, korkuyor. Derin bir nefes alıp ve belki de tüm cesaretini toplayarak ilk temas gerçekleşiyor. Bu ara gözleri köpekten hiç ayrılmadan klişe sorular geliyor tabii ki. “Ayy çok tatlıymış” ile başlıyoruz, “adı ne? kaç yaşın da?” falan filan diye devam ediyor. Derken korku tüm isteklerin önünü kesiyor. Adam daha fazla dayanamadan ve tek bir göz kontağı bile kuramadan uzaklaşıyor. Korkma kısmını anlarım da neden sevmeye zorlar insan kendini bu kadar. Misal ben korkuyorsam, şöyle genişinden bir U yapıp olay mahalinden tempolu adımlarla uzaklaşmayı tercih ederdim.Neden? Ne gerek var ki? Fonda Jaws film müziğinin o en tanıdık gerilim melodisi varken, dokunduğu bir köpek balığı olmasa da o hissiyatla hiç de istemediğin bir canlıya dokunursun ki. Evet, güzel soru. Neden?
“Biz kadınlardan, en azından bir çoğumuzdan ne kadar farklılar?” dedim. Şimdi itiraf edelim. Hangimiz bir adamla sohbet etmek için bu kadar korktuğumuz bir şeyi yaparız? Yada hangimiz kırk soruyu aklımızda yirmiüç saniye içinde cevaplayıp, kendimizi vazgeçirmeyiz bu hamleyi yapmaktan. Cevap, çoğumuz için net. HAYIR!
Çoğu erkek bizim gibi kasmıyor. Aman ne der? Ne düşünür? Tüm korkular, ısırılma, yaralanma ve diğer tehlikeler, ikinci planda. Sadece tanışma kısmı değil ki, sonrası da erkekler için ayrı tehlikelerle dolu. Hiç düşündünüz mü bilmem ama biz de hiç kolay değiliz. Pek de haksız sayılmazlar ara ara bizden şikayetçi olduklarında. Bir düşününce şöyle tarafsız bölgeden, çelişkilerle doluyuz.
“Ayy sıkmasın beni, özgürüm ben, sormasın öyle bana neredesin, ne yapıyorsun diye” deriz. Adam çıkar tamda istenilen gibi. Bir süre her şey yolundadır. Zaman geçtikçe şunları söylemeye başlarız. “Bu nasıl erkek hiç mi kıskanmıyor, hiç sahiplenildiğimi hissetmiyorum”. Şans ya, aranan diğer erkek bulunur bir sonra ki sefer... Bu kez de, yaranamaz garibim. Sıkılırız tabi, çok soru, çok baskı var üstümüzde. “Tek taşımı kendim aldım” şarkılarını bağıra bağıra söylemezsek olmaz. Gitmemiz şart arkadaş davetlerine. Bu da gol değil. Sadece bu kadar da değil ki olayın bir başka boyutu da. Karşı cinse güzel görüneceğiz diye, aç gezer olduk. Sorun bana aç mıyım? Açım aç. Yediğim yeşilliklerden ten rengim yeşermeye başladı. Ben dahil bir çoğumuz estetik müdahalelere başvurduk. Olduk hepimiz aynı. Olmayıp da ne olacak, sonuçta her beş kişiden üçünün doktoru aynı. Aldatma diye nitelendirdiğimiz şeyin aslında arada bir kadınları karıştırdığından olabileceği bile aklımdan geçmiyor değil hani. Ki şakasına bile tamamen karşıyız.
Sonuç mu? Kadınlar için, adam gibi adam kalmadı. Erkekler için de, kadın gibi kadın kalmadı. İşte dönemimiz yalnızlarının diline pelesenk olmuş replik. Şu girdiğim empati girdabından çıkıp, şöyle bi yazdıklarımı tekrar okudum. İşin aslının astarının, biraz da bu replik de gizli olduğunu düşündüm. Bir kadının kadın, bir erkeğin de erkek olduğunu unuttuğu o gün, sorunun başladığına inandım ben. Siz?