Ben kendi adıma, kendime pandemik reçete yazdım.
Yeni bir döneme girdik.
Kış günleri çok belliki zorlu geçecek, hastalık var, yasaklı günler var.
Ekonomik sıkıntı var.
Uymamız gereken kurallar var.
Ben kendi adıma, kendime pandemik reçete yazdım.
Bağışıklık sistemimi güçlü tutacağım.
Dikkatli besleneceğim, her kafadan çıkan sesi dinlemeyeceğim, sadece canım doktorum Ender Saraç'ı dinleyeceğim.
Madem çember daraldı, öyle ise nasıl bir yol izleyeceğim, belirlemeliyim dedim kendime.
Şöyle belirledim.
Diyelim ki yüksek ateş, öksürük, eklem ağrısı, halsizlik, boğaz ağrısı, baş ağrısı, burun akıntısı, koku, tat alma duygusu zayıfladı, bunlar var, şühelendim, acaba yakalandım mı?
Eğer bütün bu yukarıdakilerden biri ya da birkaçı var ama hafif, evde kalacağım, hastaneye koşmayacağım.
Evde yüz üstü dinleneceğim, hiç dışarı çıkmayacağım, insanlarla teması keseceğim, kendimi izole edeceğim.
Bol bol sıvı tüketeceğim.
Belki grip geçiriyorum diyerek, bekleyeceğim.
Baktım olmuyor, biraz fazlası var, hatta ateş ve öksürük arttı diyelim.
Hemen Tarabya'ya aile hekimime gideceğim.
O beni yönlendirecek ve beni en yakın hastaneye yollayacak.
Bütün bu teknik konuların dışında.
Moral, akıl sağlığı, ruh sağlığı, sağlam durmak çok önemli ise.
Bağışıklık sistemi akıl sağlığı ile başlıyorsa.
Ben de.
Hiç kimsenin, ahhhh hayatım! hastaneler dolu, ölen ölene anlatımlarını dinlemeyeceğim.
Korona tahlilleri hep yanlış çıkıyor, tweettlerini okumayacağım.
Telefonda sesi düşük, ekşi ekşi konuşan hiç kimse ile konuşmayı uzatmayacağım.
Dinlemeyeceğim.
Dışarı çıkıp zil çalacağım ve aaaa zil çaldı! diyeceğim.
Dünyadaki korona komplo teorilerini dinlemeyeceğim.
Yeni dünya düzeni, yeni normal bak şöyle tatlım diye başlayan hiçbir konuşmayı dinlemeyeceğim.
Aaaa sen, "Bir Zamanlar Çukurova" bu haftaki bölümünü izledin mi, çok şahaneydi diyeceğim.
Orada oyuncu Selin Yeninci var, dünya çapında oyuncu inanamazsın nasıl oynuyor, ben inanıyorum bir gün Oscar kazanacak diyeceğim.
Konuyu alakasız bir şekilde değiştireceğim.
Bir konudan başka konuya çat diye atlayacağım.
Bu da deli midir nedir dedirteceğim.
Herkes her şeyi biliyor anlıyor.
Kimse kimseye kendi endişelerini yüklemesin.
O insanların telefonu kapattıktan sonra Türk kahvesi içip keyfine baktığını, içmeye devam ettiğini bilen insanlardanım ben.
Ekonomi çok kötü, insanlar çok endişeli biliyorum, hepimiz biliyoruz.
Yükle ve kaç.
Anlat ve kaç.
Yapmayın.
Geçecek diyelim, bitecek diyelim, konuştuğumuz her insan telefonu kapattıktan sonra bir yükselsin, moral verelim.
Yoksa bile verelim, ha gayret.
Ben varım demeliyiz.
Sen varsın demeliyiz.
Bir dilim ekmeğimiz var, paylaşırız demeliyiz.
Kendini daha güvenli, daha iyi hissetsin.
İnsanların bağışıklık sistemine katkıda böyle bulunun.
İyi şeyler anlatın.
Aaaa yeter artık.
Bakın hepimizin sırtımızdaki küfe çok dolu.
Funda'nın aklındakiler…
… Selahattin Yusuf.
Eskiden aktüel adında bir dergi vardı, haftalık çıkardı, orada yazardı.
Gencecik, köyde büyümüş, bu muhafazakar adamın, hayata duygusal ve farklı bakış açışı dikkatimi çekmişti.
Hep takip ettim kendisini.
Yeni kitap çıkarmış.
EVE DÖNEMEZSİN / SELAHATTİN YUSUF
Henüz almadım ve henüz okumadım, çok yeni çıkmış.
Sabah gazetesinde röportajı var.
Soruyorlar:
"Roman kahramanı annesini genç yaşta kaybediyor".
"Geri kalan çırpınışları anne boşluğunu doldurmak için sanki".
Selahattin Yusuf cevap veriyor.
"Ev demek anne" demektir.
Devam ediyor.
"Diğer romanlarım susan romanlardı, bu konuşan bir roman".
"Değil mi ki, konuşan 13, 14 yaşında bir çocuk yine de susmak anlamına gelir o çocuğun bütün anlattıkları".
Benim de annem çok genç yaşta öldü.
Öldüğü ev esas evim olarak ruhumda kalbimde hep kaldı.
Ana evi.
Ana kokusu.
Ana evi kokusu.
Kendi analık derdi değil de, doğuran anasının analığını bilenlere, o ana evi bambaşkadır.
Sonraki evler mi, boş verelim gitsin.
Analık çabalama halidir işte.
Ben.
Bilirim, anlarım ve çok hissederim.
Dünya böyledir;
Selahattin’in dediği gibi; ev de anne ile birlikte mezara gider".
Ölür.
... Çok usta oyuncumuz var Turgay Tanülkü.
Şu aralar ‘Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz’da oynuyor.
Akşam saatlerinde evine geliyor, çok yorgun, pencereyi açıyor ve uyuyakalıyor.
Sabah 06.00 gibi uyanıyor.
Bir bakıyor evine hırsız girmiş
Hemen savcılığa gidiyor şikayette bulunuyor.
Adam pasaportunu, kimliğini, telefonunu, olan parası neyse onu ve anahtarını çalıyor.
Ertesi günü kapısına bir çocuk geliyor ve tüm bu çalınanları iade ediyor.
Bir ertesi günü de hırsız yanına geliyor, "abi karanlıkta senin olduğunu anlamadık kimliğine bakınca fark ettik, hırsızlık için özür dilerim" diyor.
Ne entersan hikaye, değil mi?
Ve fakat.
Bu durumda savcılığa olan şikayet ne oldu?
Sonuçta adam hırsız ve bir eve giriyor ve ne varsa çalıyor.
Gidip şikayeti geri almak mı gerekir, almaz ise dava nasıl devam ediyor?
Yani hırsızı affetmek bize kalıyor mu?