Dizide hayatta kalma mücadelesi oyun aracılığıyla sağlanıyor.
Bir anda yayıldı, bir anda fenomen haline getirildi.
Şiddet içerikli bir dizi “dünyanın gözü onda” diyerek hepimizin aklına yerleştirildi.
Dizide hayatta kalma mücadelesi oyun aracılığıyla sağlanıyor.
Kadının yüzüne bir anda kurşun yiyen adamın kanları sıçrıyor, yüzlercesi kaçışıyor,
hayatta kalmak için her yolu deneyeceğim diyen insanlar birbirine oyun yapıyor.
Büyük para ödülünü kazanmak üzere ölümcül çocuk oyunlarına katılan bir grup yoksul, dizinin konusu…
Tam kapitalizm… Güçlü olan hayatta kalır, güçsüz olan ölür.
Yoksulların can pazarını izleten şirketin hisseleri 17 Eylül'den bu yana yaklaşık
yüzde 7 artmış ve değerini 278,1 milyar dolara çıkarmış.
Adını bile buraya yazmak istemiyorum dizinin.
Şimdiye kadar en az 140 milyon kişi tarafından izlendiği açıklanan bu dizi nasıl ve neden bu kadar rağbet gördü inanın anlamakta zorlanıyorum…
Hani derlerdi de gülerdim, komplo teorisi olarak düşünürdüm.
“Bilinçaltına gönderilen sinyaller” diye,
Yine de pek mantıklı gelmiyor ama
artık bu zamanda her şeyi düşünmeden edemiyor insan…
En kötü kaza
Öyle kötü bir andır ki,
Allah korusun.
İnanılacak gibi bir değil…
Film yıldızı Alec Baldwin, sette kazayla görüntü yönetmenini öldürdü.
ABD'nin New Mexico eyaletinde çekimleri devam eden Rust filminin setinde film çekimi sırasında kurusıkı tabanca kullanmıştı Baldwin.
Kurusıkı tabanca görüntü yönetmeni Halyna Hutchins'i yaraladı
Hutchins helikopterle hastaneye kaldırıldı ancak hayatını kaybetti.
Filmin yönetmeni Joel Sauza da yaralı.
Alec Baldwin'in 2017’de attığı bir tweet ise ilginçti.
Baldwin polisin yanlışlıkla birini öldürmesini eleştirmiş
“Birini haksız yere öldürmenin nasıl bir his olduğunu merak ediyorum” demiş. Ne kadar da doğru…
BM neyi kutlayacak ki…
Biliyor musunuz bugün Birleşmiş Milletler Günü.
Hani şu sürekli eleştirdiğimiz büyük örgüt var ya o işte.
Hiç kılını kıpırdatmayan, hiçbir derde derman olamayan,
Varsa yoksa raporlar hazırlayıp telkinlerde bulunan o büyük barış örgütü…
BM neyi kutlayacak çok merak ediyorum.
İklim krizinin en ağır sonuçlarıyla kapıda olduğunu mu,
Savaşların gitgide derinleştiği dünyada kaç milyon insanın daha hayatını kaybettiğini mi,
Devletler arası krizlerin toplumları nasıl keskin bir şekilde ayrıştırdığını mı,
Neyi kutlayacaklar acaba meraktayım…
Büyük ustanın ardından…
Geçtiğimiz hafta dünyanın en iyi 7 fotoğrafçısından birinin, usta Ara Güler’in 3. Ölüm yıl dönümüydü.
Ara Hoca’nın unutulmayan eserleri unutulmayan yüzü ile belleğimizde hep.
O kadar çok söylenecek şey var ki usta adına.
Cümlelere sığmaz…
Ama kısacası,
Türkiye’yi anlamak mı istiyoruz?
Yanıtı Ara Güler’i daha iyi tanımak…
İnsanı görmek mi istiyoruz?
Yanıtı Ara Güler’i daha iyi anlamak…
Kolomb’un tahtı…
Nature dergisinde çok ilginç bir makale okudum.
Bildiğimizin ezberimizin dışında çok ilginç bir sonuç ortaya çıkıyor
ki bu sonuç farklı ülkelerden bilim insanlarının uzun çalışmaları sonucu makaleleştirilmiş.
Buna göre Vikingler, Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfinden yüzlerce yıl önce Kanada’nın Newfoundland eyaletine gelmiş…
“…Newfoundland'da bulunan L'Anse aux Meadows bölgesinde Vikingler tarafından kesilen üç farklı ağaç parçasını analiz eden bilim insanları, Vikinglerin kıtaya geldikleri tarihi belirlemeyi başardı...”
Bilim insanları parçaların bulunduğu L'Anse aux Meadows alanındaki eserlerin, Avrupa'nın Kuzey Amerika kıtasındaki varlığının bilinen ilk ve tek kanıtı durumunda olduğunu söylüyorlar…
Kanada, Hollanda ve Almanya’dan konuyu araştırmak için bir araya gelen araştırmacılar, makalelerinin Vikinglerin Kuzey Amerika'ya Kristof Kolomb'dan 471 yıl önce geldiğini kanıtladığını savunuyorlar.
Keza, araştırmalar Newfoundland’de bulunan yapıların, Vikingler tarafından Grönland ve İzlanda'da bulunanlarla aynı tarzda inşa edildiğini belirtiyorlar.
Çalışmalar devam ediyor. Sonuç ne olursa olsun yine de Kolomb’un tahtı sallantıda
Bir söz…
“Her sabah nereye gittiğini bilmeden bir işe giden, her akşam nereden çıktığını bilmeden bir işten çıkan, sevmediği hayatı yaşayan, sevmediği işi yapan, sevmediği kişilerle yaşayan, gelip geçen bütün ölü kentlerin, ölü doğmuş çocukları...”
Maksim Gorki