Bu hafta sonu yazısında sizleri tarihi bir yolculuğa çıkarmak istiyorum.
Bu hafta sonu yazısında sizleri tarihi bir yolculuğa çıkarmak istiyorum.
Milattan Önce (M.Ö.) 44 yılında, günümüz İtalya’sının Başkenti Roma; o zamanlar da Roma Cumhuriyetinin/İmparatorluğunun merkezi idi. Bir dizi iç karışıklıktan sonra ünlü asker ve devlet adamı Julius Caesar (Jul Sezar), Emparatore (İmparator) yetkileri donanmış olarak Senato’nun da üzerinde ülkesini yönetiyordu.
Onun bu dominant tutumu, Senato’da ve diğer elitler/seçkinler arasında hoş görülmüyor, aslında Senato’ya bağlı bir kumandanken, elde ettiği zaferler ve arkasındaki Lejyonlarıyla Roma’yı sahipleniyordu. Sonunda kendisini Consul olarak seçtirip rahata erdi.
Gel zaman git zaman Senato’da ve seçkinler arasında bulunan en yakın dostları Pompeus ve Crassus’un da desteği ile, hem o zamanlar bir Roma eyaleti olan İspanya’yı hem de Galya’yı fethederek FATİH unvanı aldı.
Halk tarafından da çok sevilen bir yönetici olarak Cumhuriyet zamanından kalan ve İmparatorluk için yetersiz olan konularda; (alt yapı, tarım reformu, şehre taze ve temiz su getirilmesi, düzen ve asayişin sağlanması, fetihlerden elde edilen ganimetlerin belli oranlarda halka dağıtılması, ticaretin belli kurallara bağlanması ve kıtlık yıllarında Mısır’dan tahıl ithal edilerek halkın aç kalmasının önlenmesi) cesurca adımlar atarak Devlet Adamı tarafının da boş olmadığını göstermiştir.
Onu bu kadar seven ve sahiplenen halk kadar bir de ona “gıcık” olan kesim vardı - her yerde ve her zaman olabileceği gibi- Kendisini yeteri kadar soylu ve elit bulmadıkları, halk tarafından benimsenmesini de kıskandıkları için, Senato’nun işleyişini ve Cumhuriyet’in geleceğini bahane ederek Sezar’ı alaşağı etmenin yollarını aramaktaydılar.
Aynı zamanlarda gerçekten Sezar ve yakın çevresi “kafasına göre takılmaya” başlamışlardı. Şimdiki zamanda da benzerlerini gördüğümüz; kazanılan zaferlerden sonra dağıtılacak prim (pardon “ganimet” diyecektim) konularında çıkan tatsızlıklar, Lejyon komutanlarının zamanın Şarap Güzeli, Üzüm Güzeli vb. ile yaşadıkları hızlı sosyal hayat, Lejyonerlerin birbirinin ağzına mızrak sokarak korkutma denemeleri, Rubicon Irmağı geçilirken salda rastladıkları Duvar Gazetesi muharriri yaşlı-başlı amcayı tartaklamak, iki tarlayı ayıran bir çitin yüksekliğini bahane edip komşu kabile ile dalaşmak gibi nahoş olaylar da Asil Romalılar arasında konuşulmakta ve ayıplanmaktaydı.
“İstemezük” cephesi veya Sezar’ın tabiriyle “şer güçler”, kale kumandanı olarak Rüştünü ispat etmiş, tecrübeli bir Lejyoneri –ki adı Brutus- (uzaktan akraba oldukları bile söyleniyor) topçu başı olarak kullanıp zamanın Amiral Gemisi’nden top atışına başladılar Sezar’a doğru. Bazıları isabet etmese, bazıları sıyırıp geçse bile, belden aşağı isabet eden bazı top atışları Sezar’ı öfkelendirdi. Devrin en janjanlı kâtiplerine yazdırdığı bir nâme ile eski adamı topçu başına haddini bildirdi.
Aslında Sezar da herkes gibi biliyordu; her şeyin bir son kullanma tarihinin olduğunu. Anlaşılan kendi son kullanma tarihi de yaklaşmaktaydı. Onu kahreden şey ise; bir evladı gibi koruyup, kolladığı, taşrada ikinci sınıf bir Lejyoner iken onu alıp A klas bir Lejyoner olarak tayin ettiği, yetenekli kale kumandanının ellerinden gelen hançer darbesiydi. Sonunda tarihe geçen meşhur sözünü söyledi.
Shakespeare’in dediği gibi: “sen de mi Brutus? –öyleyse yıkıl Sezar”
Not: Bu yazıda geçen tarihi kişilikler ve olaylar tamamen gerçektir. Günümüzde yaşanan olaylarla ve yaşayan kişilerle kesinlikle bir ilgisi bulunmamaktadır.