Varlık Fonu ilk kurulduğunda her defasında toplumun tüm kesimlerinin tepkisini çeken özelleştirmelere bir çare bulunduğunu düşünmüştük.
Hatta stratejik alanlardaki millileştirmeler için de Varlık Fonu’nun kullanılabileceğini tartışmıştık.
Türk insanı özelleştirmeler konusunda gerçekten çok hassastır. Bu hassasiyetinin suistimal edilecek kadar büyük olduğu da görülmüştür.
Hatırlarsanız geçmiş zamanlarda gerçekleştirilen bir özelleştirme karşısında o dönem medya patronu şimdi milletvekili olan bir siyasetçi kampanya yapmış geniş kesimlerden açık veya zımni genel destek bulmuştu. Buna karşılık yabancılardan teklif alınmamıştı. Ucuza kapatılan özelleştirme konusu şirket, kısa süre içerisinde misliyle yabancıya satılmıştı.
Fakat kampanyaya oluşan destek fikri takip sorunu nedeniyle arkasını getiremedi. Milletin zararı başkalarının karı oldu.
Özelleştirme bir globalleşme baskısıdır. Yabancıların dâhil edilmemesi felsefi bir sorundur. Fakat o zaman insanların içi bu tutumla serinlemişti.
Globalleşme, modern merkantilizmdir. Sömürünün yeni türüdür. Ya da sömürünün sürdürülebilirliğini sağlayan olgudur. Merkantilizmin ilk iddiası dış ticarettir. Şimdi ki iddiaysa devam niteliği taşıyan küresel entegrasyondur. Bu entegrasyon illa ve ancak gelişmiş ekonomilerden gelişmekte olan ekonomilere doğrudur.
Bu bilinç Türkiye’de güçlü olduğundan her özelleştirme tartışma konusu olmuştur.
Kamu nitelikli kurumlar bir şekilde kurulduysa ortaklık yapıları değiştirilmeden devam ettirilse daha iyi olur. Çünkü bu tür satın almaları yapanların tutumu makul ve makbul değildir. Bunlar genellikle gelişmiş ekonomilerin sermayedarlarıdır. Gelişmekte olan ekonomiler üzerine bu tür baskılar kurarlar. Baskı bir zorlama biçiminde görülmek durumunda değildir. Verimlilik, karlılık gibi problemlerin dillendirilmesiyle de beslenir. Bugün talebi yüksek olan mallar üreten işletmelerin verimlilik ve karlılık sorunlarının çözülemiyor da dillendiriliyor olması tam bir ironidir.
Yani işler gelişmiş ekonomilerin sermayedarları için iyidir.
Fakat bu ekonomilerin kendi içlerinde özel şirketlerin yabancıya satışı dahi hükümetin onayıyla gerçekleştirilmektedir. Üstelik stratejik alan değilse ve satış kaçınılmazsa birçok zorlayıcı şart alıcıya dayatılmaktadır. Mesela geçtiğimiz sene bir İngiliz şirketi satın alan fona, “şirket merkezini taşımama, istihdamı belli oranda artırma, asgari Ar-Ge yatırımı yapma, tesisleri geliştirme, süreçleri iyileştirme” gibi bir çok dayatmalar yapılmıştı. Bunların gerçekleştirilmesi projelendirilip takvime bağlanmıştı.
Şimdi globalleşmenin savunucularının kendi işletmelerine karşı tutumlarıyla özelleştirme bekledikleri ekonomilerden talep ettikleri imtiyazların tutarsızlığı anlaşılabilir.
Trump’ın otomotiv yatırımcılarına vergi dayatmalarıyla yatırımları ABD içine çekmeye çalışması uzun zaman tartışma konusu olmuştu. Mücadeleyi kazanansa Trump olmuştu. Birçok otomotiv üreticisi Meksika gibi ekonomilerdeki yatırımlarını ABD içine kaydırmak üzere planlarını değiştirmek zorunda kalmıştı.
Bugünkü dünyada iyi veya kötü cirosu olan herhangi bir işletme çok değerlidir. Gelişen teknoloji karlılığı getirecektir. Bu ortamda sıfırdan işletme kurmaksa 20 senelik kayıp denektir. Başarı ise tam bir muammadır.
Varlık Fonu stratejisi özelleştirme konusunda en yerinde çözümlerden birisidir. Konu şeker olunca stratejik açıdan düşünülmelidir.
Mesela Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın patatesle tanışmış olması halinde savaşın seyrinin değişeceğine ilişkin tespitler kadar stratejiktir. Yahut İrlanda nüfusunun dörtte birinin patatese hastalık gelmesi nedeniyle kırılması kadar stratejik.
Varlık Fonu Şeker fabrikalarını halka arz edebilir. Böylesi daha güzel olur.