Kilis'te başlayan uygulama ile Arapça tabelalı 531 dükkanın tabelaları Türkçesiyle değiştirildi.
Yayınlanan genelgeye göre, artık tabelaların yüzde 75’i Türkçe olacak; Arapça ifâdeler küçük yazılacak. Ama basın bu haberi “Suriyeli esnafın Arapça yazılı tabelası” olarak veriyor. Yâni medyanın büyük çoğunluğu her sakallıyı dedesi zannediyor. Okumuş cehâlet böyle bir şey. Buna, Arapça alfabenin sâdece Suriyeliler tarafından değil, bütün Arap ülkeleri tarafından kullanıldığını bilip Suriyelilere çamur atmak için gerekli olan “yobaz cehalet” diyebiliriz.
Sanki Suriyeli sığınmacılar gelmeden önce, güllük gülistanlık bir ülkemiz vardı da, her şey “Suriyeliler”(!) gelince bozuldu. “Suriyeli” diyerek ötekileştirilen ve düşman kutba itilen bu insanların kaçmak zorunda bırakıldıkları toprakların, bir asırdan az bir süre önce anavatan toprağı olduğunu neden unutuyoruz? Çanakkale’de Halepli, Hamalı, Humuslu şehitleri neden görmezden geliyoruz?
Üç-beş tâne kendini bilmez donla denize girdi ve kurgu olduğu belli nargile poz verdiği için üç milyondan fazla insana karşı yapılan bu faşist ve ırkçı muamele sonuç(!) verince “her şey çok güzel” mi olacak acaba? Suriyeliler için harcanan 37 milyar liranın hesâbını yapanlar, Gezi Parkı’nda, 17-25 Aralık’ta ve 15 Temmuz’da yüz milyarları aşan zarârı neden kulak arkası yapıyorlar?
İngilizce tabelaları gören yok!
İçişleri Bakanımız sayın Süleyman Soylu, Suriyelilerin her geçen gün artan sayıda ülkelerine geri döndüğünü söyledi. Ayrıca Arapça tabelaların değişmesi konusunda alınan karârı açıkladı. Ama ülkenin dört bir yanında “hastane” yerine “hospital” yazdığını, mahalle aralarındaki dükkanların bile “shop”, “store” ya da “center” olduğunu, devlet ya da özel kurumlarda “workshop”tan geçilmediğini acaba neden kimse görmüyor ve bundan rahatsız olmuyor? Okuma-yazma bilmeyen bebelerin gittiği anaokullarının adı ya “kindergarden” ya da “... kids”! Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçmeden önce, Sağlık Bakanlığı’nın logosundaki “Ministry of Health” ifâdesinden kimse rahatsız olmuyordu.
“Suriyeliler” yüzünden işsiz kaldığını iddia edenlerin kaç tânesi, onların yaptığı işlere tenezzül eder? Birçoğu imla hatâsı dolu İngilizce tabelalı işyerlerine sağlanan “dokunulmazlık” imtiyâzı, neden Arapça ya da başka dil ve alfabedeki tabelalara gösterilmiyor?
AVM’lerin hangisinin adı Türkçe?
Benim bildiğim AK Merkez ve Akasya hâricinde Türkçe AVM ismi yok. Akasya’nın içindeki oyun parkının adı da “Kidzania”. Nautilius, Capitol, Optimum, Olivium ve daha nice AVM’ye koyacak başka isim bulamadılar mı? Yoksa İngilizce bizim “gizli resmî dilimiz” oldu da, haberimiz mi yok?
Acaba Arap sermâyesi olan EMAAR, Latin alfabesi yerine Arapça alfabe ile yazılsaydı ne olurdu? Yoksa EMAAR’ın koruyucu meleği kapısındaki Eyfel Kulesi maketi mi?
Anayasamıza göre resmî dili ve eğitim dili Türkçe olan ülkemizde 1 Ekim 1987 târihinde İstanbul-Bakırköy’de açılan ilk AVM Galleria ile başlayan “kompleksli gelenek”, zehirli sarmaşık gibi ülkeyi sarmış durumda. CHP adayı Ekrem İmamoğlu, belediye başkanlığını kazanınca “Fâtih Sultan Mehmet’in emâneti” diye hayıflanılan İstanbul’un sembol ilçesi Fâtih’teki AVM’nin adı bile “Historia”. Buyrun size “târih bilinci”. Ecdâdımız ne kadar da memnundur!
Halka hizmet ve icraat ile seçim kazanma ihtimâlinin düştüğü ülkemizde, Suriye’den gelen insanların da yaptığı ve yapacağı güzel şeyler, ülkemize sağladıkları katma değerler var. Her şeyden önemlisi bize “ensar” olma şansı verdikleri ve ettikleri hayır duâlarının bu faşist ve ırkçı zihniyet için hiçbir önemi olmayacak. Köyden büyük şehre gelince kendi köyünün adamını tutan ve diğerlerini dışlayan zihniyet, sanki ülkenin tapusu kendi üzerine verilmiş gibi, “Suriyelileri istemiyoruz” sloganıyla nefret ve insanlık suçu işliyor. Ama gelen İngiliz ya da Alman olunca kendisi tüm âile bir odada yatıp kalkmaya râzı olup evini açıyor. Araplara satılan gayrimenkuller, dillere destan okurken, Alman veya Rusların aldığı gayrimenkullerden söz edilmiyor.
Suriyeli sığınmacılar özelindeki suç oranı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları özelindeki suç oranının yarısından az olması bile, birilerinin bu insanlık suçundan vaz geçmesine sebep olmuyor. Onlar için önemli olan kısa vâdeli günah keçisi bulup bütün suçları “Suriyeliler” üzerine atarak vicdanlarına yalancı tatmin sağlamak.
Hükûmet de işin başında alınmayan tedbirler sebebiyle toplum içinde oluşan gerilime kısa vâdede çözümler bulmak için Arapça tabelaların değiştirilmesi gibi somut bir uygulama yapıyor. Bakalım tabela konusunda sıra diğer yabancı dillerdeki tabelalara ne zaman gelecek? Ya da diğer yabancı dillerdeki tabelalara gösterilen iyimserlik Arapçaya gösterilecek mi?
Arapça nefreti
Harf Devrimi ile toplumun bilinçaltına yerleştirilen Arapça nefreti günümüzde böyle ortaya çıkıyor olsa gerek. Harf Devrimi sebebiyle yüzlerce yıllık kütüphâneleri boşaltıp hurda kâğıt olarak satan, Arap harfleriyle basılmış yemek târifi kitaplarına bile tahammül edemeyen “alfabe faşizmi”, kendini Arapça tabelalara saldırarak tatmin ediyor ama İngilizce tabelalara karşı, Kurt kırması Kangal’ın kurda saldırmaması gibi, duyarsız ve tepkisiz.
Faşizmin hiçbir türünün tatmin olmadığı ve olmayacağı bir gerçektir. Türkçemiz bunu “imkân” yerine “olanak”; “ihtimâl” yerine “olasılık”; “cevap” yerine “yanıt” kelimelerinde de yaşadı. 28 Şubat faşizmi bu nefreti, “başörtüsü” yerine “türban” diyerek kustu. 1932-1950 yılları arasında yaşanan “ezan zulmü” bu zihniyetin en uzun soluklu örneği olarak târihimize geçti. Bu kin ve nefret o kadar abartıldı ki, Mustafa Kemâl Atatürk’ün Nutuk adlı eserinin Arapça harflerle basılan nüshası, Latin harfli baskısı çıkana kadar yasaklandı ve suç unsuru olarak görüldü.