Altılı Masanın Cumhurbaşkanı Adayı kim olmalı? İmamoğlu mu, Yavaş mı, Kılıçdaroğlu mu?
Seçime giderken yazı dizimizin bugünkü ve bir sonraki konusu Ekrem İmamoğlu… Geçen Çarşamba günü açıklanan İmamoğlu’nun mahkûmiyet kararından sonra iki şey oldu: İlk önce aşırı bir duygu patlamasıyla muhalefet kesiminde bir canlanma oluştu. Ekrem İmamoğlu’nun yaptığı konuşma, hitabet sanatına hâkimiyeti ve her kesimin yüreğine dokunabilmesi… Daha sonra CHP siyasetinden benim her daim bekleyeceğim gibi büyük bir çatışma başladı. CHP içi iktidarın temsilcisi olan kalemler bu olayın Sayın Kılıçdaroğlu’na bir komplo olduğunu, İmamoğlu’nun CHP içinde Akşener’in Truva atı olduğunu, hâkimlerin FETÖ’cü ve bu mahkûmiyet kararının da ABD oyunu olduğunu ve bunun gibi birçok yersiz ve anlamsız eleştiriler sıralandı. Ben daha çok yaygaranın AK Parti cenahından kopacağını tahmin ederken kavga CHP içinde patladı. İsterseniz son beş gündür memleketin gündemini belirleyen bu tartışma hakkında görüşlerimi belirteyim.
İmamoğlu’na verilen mahkûmiyet kararı ve siyaset yasağı hakkında ne düşüyorsunuz?
Bir burjuva demokrasisinde siyasi fikirler ve bu fikirlerin ifadesi için yapılan konuşmalardan dolayı mahkûmiyet ve siyaset yasağı hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu görüşü her zaman savunmuşumdur. Sayın Cumhurbaşkanı’nın şiir okuduğu için 28 Şubat’ın örtük askeri rejiminde mahkûm edilmesi ve siyasetten yasaklanması ile Selahattin Demirtaş’ın parti başkanı sıfatıyla (içeriğine hiç katılmadığım kışkırtıcı sözler kullansa da) yaptığı bir konuşmadan dolayı altı yıldır hapiste yatması ne kadar yanlış ve hatalıysa, Sayın İmamoğlu’nun mahkûmiyet kararı ve siyaset yasağı da o kadar yanlış ve hatalıdır. Demokratik mücadelenin temeli, her şeyden önce konuşma ve fikirlerini ifade edebilme özgürlüğüne dayanır. Siyasetçilerin görüşlerini savunması hiçbir şekilde bir mahkûmiyet ve hak kısıtlaması gerekçesi olamaz. Çünkü demokrasilerde temel seçim süreci halkın siyasileri dinleyip kendisine en yakın görüşe oy vermesine dayanır. Bu açıdan sadece siyasetçinin konuşma özgürlüğü değil bağımsız ve özgür bir basın da demokrasi için “olmazsa olmaz” kuraldır. Vatandaşa sadece tek bir görüşü dinletip sonra “Buyur, istediğini seç!” demenin hiçbir mantığı yoktur.
Elbette ki, hâkimler, mevcut yasal mevzuata göre karar almaktadırlar. Bu yasal mevzuat, içinde İttihat ve Terakki dönemi, Tek Parti Rejimi ve 12 Eylül Rejiminin hükümlerinin de bulunduğu, bir yamalı bohça gibidir. Türkiye’de demokrasinin tam uygulanabilmesinin önündeki engellerden biri de bu yamalı bohça biçimindeki mevzuattır. Bu mevzuatta devlet “halka karşı korunması gereken kutsal bir kurum” olarak tanıtılmaktadır. Her siyasi parti içinde de Parti Yönetiminin mutlak otoritesi kural olarak konmuştur. Başta Siyasi Partiler Kanunu olmak üzere mevzuatın sil baştan ele alınıp tekrar yazılması gerekir.
Bütün bu gerekçelerden Sayın İmamoğlu’na verilen kararın yasalara uygun ama demokrasinin ruhuna ve millet iradesine aykırı olduğunu düşünüyorum.
Altılı Masanın Cumhurbaşkanı Adayı kim olmalı? İmamoğlu mu, Yavaş mı, Kılıçdaroğlu mu?
Bu yazı dizisinde daha önceki bir yazımda şöyle yazmıştım:
“Sayın Cumhurbaşkanı Türk tarihindeki en uzun süreli yöneticilerden birisidir. 30 seneyi geçen saltanatları ile Fatih, Kanuni ve II. Abdülhamit’e yakındır. Paşalar arasında Rüstem Paşa ve Sokollu Mehmet Paşa ile yakın bir yönetim süresine sahiptir. Cumhuriyet Dönemi’nde de İsmet Paşa ve
Demirel’le birlikte en uzun siyaset tecrübesine sahip kişidir. Sayın Cumhurbaşkanı’nı seçimlerde yenmek için CHP’nin başlangıçta kurduğu matematik doğrudur: CHP + İYİ Parti + HDP = yüzde 50. Ama bu sayılar siyasette her zaman kâğıt üstünde olduğu gibi işlemez. Eğer doğru zamanda doğru siyaseti geliştirirseniz bu oran yüzde 60’a çıkabilir. Tersi durumda yüzde 40’ın altına da inebilir. Üç partinin oy potansiyelini gerçeğe dönüştürmek için üç partiden de oy alabilecek, ağzı laf yapan, kavgacı değil kucaklayıcı bir aday belirlenmelidir.” (SEÇİME GİDERKEN: CHP’NİN STRATEJİSİ, Dündar Murat DEMİRÖZ, Yeni Birlik, 21 Kasım 2022)
Şimdi yukarıdaki tanımda yola çıkarak şu anda siyaset borsasında adı geçen üç aday üzerinde düşünelim. İlk önce Sayın Yavaş…
Mansur Yavaş namuslu ve dürüst bir siyasetçi profili çizmektedir. Taraflı tarafsız her kesimden vatandaş Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olarak Sayın Yavaş’ı başarılı bulmaktadır. Ancak Cumhurbaşkanlığı, hele bugünkü sistemde, Belediye Başkanlığı’ndan çok daha fazla özellikler gerektirmektedir. Her şeyden önce Sayın Yavaş'ın uzun ve yorucu bir kampanyada Sayın Cumhurbaşkanı ile kapışabilecek bir kürsü performansı var mıdır? Bunu kimse bilmiyor. Örgütçülüğünün kuvvetli olduğunu söyleyebiliriz: Ankara seçimlerini almasının bir sebebi de budur. Ne kadar kavgacı olduğunu da bilmiyoruz ama kendisi her kesimi kucaklayıcı bir icraat gerçekleştirmektedir. Öte yandan üç partinin seçmeninden oy alabilmesi tartışmalıdır: Kamuoyu yoklamalarında ortaya çıkan ve HDP yöneticilerinin demeçlerinden de anlaşılan bir gerçek şudur ki, özellikle HDP seçmeninden oy alabilmesi şüphelidir. Bu anlamda Mansur Yavaş’ın Sayın Akşener’in sözleriyle “kazanacak aday” olmadığını düşünmekteyim.
Sayın Kılıçdaroğlu 2019 seçimlerinden itibaren bugünkü muhalefet ittifakını kendi çabası ile oluşturan ve onu adım adım geliştiren bir siyaset becerisi göstermiştir. Kılıçdaroğlu devlet umuru görmüş, ciddi, demokrat ve adil bir yönetici olacağı izlenimini vermektedir. Aynı zamanda “Altılı Masanın” hedeflediği (benim de ütopik bulduğum) parlamenter sisteme geçişi en dirayetle yönetecek cumhurbaşkanı adayı da Kılıçdaroğlu olacak gibi gözükmektedir. Bir nokta da şudur ki, eğer Altılı Masanın Cumhurbaşkanı Adayı CHP kökenli olacaksa bu adayın CHP Genel Başkanı olması en doğrusu gibi görünmektedir. Bu özellikler ancak seçimi kazandıktan sonra bir işe yarayabilir. Pekiyi seçimi kazanmak için gerekenler nelerdir? 2009’dan beri, yaklaşık 14 senedir Sayın Kılıçdaroğlunun halkı heyecanlandıran bir hitabetinin olduğu söylenebilir mi? Maalesef… Halkı peşine takabilecek bir hikâyesi var mı? Henüz yok… Halkın tamamını kucaklayan bir lider mi? Evet… Pekiyi üç partinin seçmeninden de oy alabilir mi? Benim kişisel görüşüme göre, eğer İkinci turda Sayın Erdoğan’la karşı karşıya gelirse HDP ve CHP oylarını alabilir. Ama İYİ Parti seçmeninin bir kısmının Sayın Erdoğan’a dönebileceğini düşünmekteyim. Bunun üstüne DEVA, Gelecek ve Saadet Partilerinin seçmeninin büyük bir kısmının da bu durumda Erdoğan’a yöneleceğini düşünüyorum. Bu anlamda Sayın Kılıçdaroğlu’nun da “kazanacak aday” olmadığını düşünmekteyim.
İmamoğluna gelince… Her şeyden önce bir hikâyesi var: Şimdiye kadar girdiği bütün seçimleri kazanmış. Hitabeti var mı? Var… Çarşamba günü bana Rahmetli Demirel’i hatırlattı. Özellikle gençler arasında çok tutuluyor. Kavgacı mı, kucaklayıcı mı? Bunu şöyle cevaplayayım: İstanbul seçimleri öncesinde bir mahalle pazarında gezerken yaşlı bir teyzenin yanına geldi, “Nasılsın Teyzeciğim?”, dedi. Teyze “Ben sana oy vermeyeceğum… Teyyub’e oy vereceğum!” dedi. İmamoğlu “Olsun, senin canın sağ olsun! Bak ne diyeceğim? Bana yine oy verme sen, ama bana dua et!” dedi. Milletten dua isteyerek Sayın Erdoğan’ı İstanbul’da mağlup etti. Üç Parti’nin seçmeninden de oy alır mı? Alır, üstüne AK Parti ve MHP’den de alma potansiyeli vardır… Sonuçta Cumhurbaşkanı Adayı olarak en uygun isim İmamoğlu’dur ama… Mahkeme kararı ve siyaset yasağı riskleri arttırmıştır.
Yazı uzadı… Cumartesi günü şu soruları cevaplayacağım: “İmamoğlu proje lider mi?”, “Erdoğan’ın rakibini belirlemek gibi bir gayesi var mı?”, “CHP yönetimi İmamoğlu’nu neden istemiyor?” “İmamoğlu’nun Yolu nereye gider? Yeni bir hikâye mi yazılıyor?”
Görüşmek üzere…